BABIALİ

Kalem efendilerinin kalesidir Babıali. Babıali denildiğinde Babıali’yi niteleme bakımından Atilla İlhan’ın sözü aklıma düşer. Derdi ki: ‘Türkiye’nin kalbi İstanbul’da, İstanbul’un kalbi Babıali’de atar.’ Her ne kadar tükenmişlik ve yok oluş olsa da hala Babıali’nin yüreğinin kıpırdayışlarını duymak kuvvetli ihtimal dairesindedir.

Türkiye’de yayınevleri denilince ilk akla gelen yer; Cağaloğlu’dur. Cağaloğlu denilince de ilk akla gelen mekan Babıali’dir. Son elli yıl öncesine kadar ülkenin gazete, basın, yayın merhalesi buradaydı. Gazetelerin artık plazalara ve rezidanslara nakloluşundan sonra yine de basın ve yayıncılık faaliyetleri Babıali’de vuku bulmakta.

Aslolan Babıali’nin her gün can çekiştiğidir. Yayınevleri başta olmak üzere basın-yayın sektörü bir bir terk ediyor bu kaleyi. Ve maalesef yerlerine alışveriş merkezleri, oteller, restaurantlar yapılıyor. Aslında katledilen, can çekişen Babıali’nin yerleşkeleri, kitabevleri, yayıncılık büroları değil sadece… Katledilen tarih, katledilen bunca kadim bir emeği bünyesinde taşıyıp bugünlere gelen Türk irfanı. Katledilen Türk irfan ve edebiyatını zuhur eden kalem efendileri. Katledilenler; Namık Kemal’ler, Şinasi’ler, Ahmet Mithat’lar, Mehmet Akif’ler, Peyami Safa’lar, Necip Fazıl’lar, Ahmet Kabaklı’lar… Ve saymakla bitmeyen kalem efendileri, yazın hayatının erleri. Peki bu saydıklarım değerlerin hakkı ne olacak? Kemikleri sızlamayacak mı?

Babıali aslında silueti itibariyle de olsa basın ve yayıncılık merkezinden daha çok bir mektep misyonu güdüyor. Neşriyatı edebiyat ile hem hal olan Babıali portresi; Tanzimat’ın birinci dönem yazarlarıyla başlar kronolojisi, günümüzde de diriliş adam Sezai Karakoç ile de devam eden bir görünüm arz eder.

Namık Kemal’den Sezai Karakoç’a kadar süren bir geleneneğin içinde benim aklıma ilk gelen isimlerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir. Zaten kendisinin de Babıali adlı bir eseri de mevcuttur. Necip Fazıl Babıali adlı eserinde Babıali’yi her açıdan masaya yatırır, muhasebesini detaylı yaparak hakikat arayışlarına dalar. Babıali’yi yalnız basın ve edebiyat hatıralarından ziyade ulvi bir misyon tanımlamasıyla bir değerler manzumesi ortaya koyar. Basının bir ahlak ve değer abidesi olmasının yanında şantaj ve menfi bir araç olduğunu da ekler. Müspet yönlerinin siyasi ve güncel çarkın içinde nasıl kurban edildiğini ve böylece menfi bir hususiyete kavuşturulduğunu örnekleriyle anlatır.

Babıali’nin ruhi muhtevası yani mana gücünün yanında bizi kendisine celbeden bir de madde yönü vardır ki; oda kendine has mimari figürleridir. Osmanlı minyatür ve mimari geleneğinin izlerini taşıyan tarihi mekan; ne kadar olumsuz dönüşüm de yaşasa bizi çoğu zaman bin dokuz yüzlü yıllara kadar götürür. Sadece Tanzimat edebiyatı değil; Serveti Fünun ve Fecri Ati edebiyatları da buralarla beraber bir anlam ifade etmektedir kanımca.

Edebiyat başta olmak üzere basın, yayın ve haberleşme çevresinin yani topyekun manada enteljiyansın hem kendi içinde birbiriyle hem de çevre ve insan ile alaka ve etkileşimi ne kadar güçlü ve sağlıklı olursa, bunların akabinde tezahür olan toplum ve kurumların o kadar sağlıklı olması değişmez akıbet olur. Maalesef yazımın başında da belirttiğim gibi ; holdingleşen, kartelleşen, mekanlarını plazalara taşıyan basın ve yayın sektörü, Babıali gibi hem madde hem de mana planında bir kaleyi bugün zafiyete uğratarak acı bir süreci yaşattırmaktadır.

Bugüne kadar edebiyat dünyasına ismini yazdırmış ve en önemlisi de ölümsüz sıfatıyla müşahhas olan dergi ve bültenlerin büyük bir ekseriyeti Babıali’de doğmuş ve burada kıvam almıştır. Edebiyat hareketlerinin doğmasına vesile olan edebi manifestolar; Babıali’nin sadece dokusunu değil kokusunu da bünyesinde taşımıştır. Tasviri Efkar, Tercümanı Ahval, Saadet, Varlık, Büyükdoğu, Diriliş, Hece, Çınaraltı, Hisar, Mavi, Papirüs, Marko Paşa ve ismini sayamadığım onlarca dergilerin hepsi Babıali’nin nezih ve otantik odalarında doğmuştur. Ve en önemlisi de popüler kimliğini yakaladıktan sonra bile bu kaleyi terk etmemişlerdir. Babıali’de doğmuş, burada yaşamış, burada sona ermiştir. Zuhur olduğu yerden kopmayı; sadece madde nezdinde değil mana planında da kopma algılamasından dolayı kaleyi asla terk etmemiştir.

Günümüzde medyanın konformist tavırlar içerisindeki görünümü sebebiyle bilgi ve kültürün değeri itibarsızlaşmıştır. Bunlara ilaveten hızlı ve baş döndürücü enformatik gelişme ile beraber bilgiye ulaşma merhalesi kolaylaşırken, bilginin kendisi değersizleştirilmiştir. Tüm bu olumsuz tekamüllere rağmen ; yine de insanları en ayırt edici gücün ‘bilgi’ olduğu bir dünyada Babıali’nin ruhu ve kadim muhtevası her dem yaşamaktadır.

Babıali ruhu; medyanın, basın yayın sektörünün, matbu ve tefrika ikliminde içerik yoksunluğu ve devamlı tekrarın doğurduğu problemlere ilaç olacaktır. İdealizmi popülizme kurban eden bir anlayışın dayatmalarına ancak bu ruh karşı durabilir. ‘Yüce kapı’ manasındaki Babıali, bu ruhun derlediklerini toplumun her katmanına sirayet edecek bir güce sahiptir. İşte Babıali ruhunun kendi özünü kaybedip bugün plazalara dönüşmesinin en önemli sebebi budur. Halbuki yazın hayatına bizden en az iki yüz yıl önce başlayan batı; Babıali gibi kadim bir hususiyet arz eden mekanlarını özüyle beraber itinayla korumaktadır.

İlim ve irfan yani hakikat ve hakikati arayış çizgisinden; fayda-kar düzlemli pragmatik çizgiye tahvil olan bu sürecin kodlarını iyi okumak gerekir. Özellikle edebiyatın handikabı; genel ile ilişki formatını iyi ayarlayabiliyorken, güncelin kucağına düşerek ideal olanı popüler olana feda etme ihtimalidir. Edebi zeminin dışındaki diyalektik ise bu süreçte çok daraltıcı geliyor. Babıali’nin ruhi muhtevasından azade olan günümüz basın yayın sektörü; müspet idrak ölçüsünü aşılamak yerine popülist ve pragmatist kaygılarla menfi paradigmalar aşılıyor toplumuza. Kalite ve asıl olanın, edebiyat ve yazın hayatında tekrar başat konuma ulaşması için Babıali ruhunun tekrar dirilmesi ve hakimiyeti gerekliliği hatta mecburiyeti vardır.