Özel bir yemeğe davetlisiniz ya da bir lokantadasınız. Takım elbiseniz üzerinizde, haşlama türü etli bir yemek yiyorsunuz. Sağ elde bıçak, sol elde çatal… Kemikli etin sağından solundan zorlanarak kesmeye çalışıyor, üzerinizdeki elbisenize sıçrar diye endişe ediyorsunuz. Siz eti kemikten ayırmaya uğraşadurun, bakın bizim Kemal Amcamız afiyetle nasıl yemiş…
Efendim, 38 yıl önce Kargı ilçemizin Karaboya köyünde görev yaparken bir Kemal
Amcamız vardı. Allah rahmet eylesin. Hoş sohbetli, misafirperver bir insandı. Şık giyimli bir beyefendinin bir tabak haşlama yemeğini yemek için uğraşırken, kendisinin onun üzerine iki tabak aynı yemekten bitirdiğini ve ardından üçüncüyü de o takım elbiseli beyefendinin ısmarladığını kendine has üslubuyla anlatmıştı. O anlatımı o kadar hoşuma gitmişti ki, 38 yıl sonra bu anıyı sizlerle paylaşmak istedim.
“Kargı’dan İstanbul’a giderken otobüs mola verince ben de dinlenme tesisindeki lokantaya girdim. Bir köşede masaya oturdum. Yan masada takım elbiseli, kravatlı, şık giyimli genç bir beyefendi yemek yiyordu. Ben de onun yediği yemekten, yani haşlama istedim. Garson yemeği getirdi. Yemeğin suyunu ekmekle sıyırıp, kemiği ise elime alarak afiyetle yedim. Doymadım, bir tabak daha istedim. Onu da aynı şekilde bitirdim.
Yan masadaki beyefendi hâlâ ilk tabağını bitirememişti. Çünkü çatalla bıçakla eti kemikten ayırmaya çalışıyordu. O hâlâ uğraşırken ben iki tabak yemeği bitirip kalkmaya hazırlanıyordum.
Garson masayı temizlemek için geldiğinde beyefendi ‘Garson! Amcaya bir tabak haşlama da benden getir!’ dedi. Ardından bana dönerek, ‘Ben bir saattir eti kemikten ayırmaya çalışıyorum, sen benim önümde iki tabak yemeği afiyetle bitirdin. İçimden geldi, üçüncü yemek de benden amca. Afiyet olsun! Aslında doğru olan senin yaptığın; kemik elle sıyrılır. Keşke ben de senin gibi iştahla elle yiyebilseydim,’ dedi.”
Bazen özel davetlerde veya kalabalık ortamlarda kemikli et yemekleri yerken, “uydum
kalabalığa” deyip doymadan kalkanlar olur. Hem de yemek, salata, tatlı gibi yan lezzetler yarım kalır, çöpe gider… Ama aradan biri çıkıp da “Kardeşim, kemikli et elle yenir! Ne uğraşıyorsunuz çatalla, bıçakla?” deyince, çoğumuz tasdik ederiz. Hemen kemikleri elle tutup sıyırmaya başlarız.
Belki içimizden “Allah razı olsun, yoksa yemeğin etini doğru dürüst yiyemeden tabakta bırakacaktık,” deriz.
Ne dersiniz; fazla hassas olup kemikli eti doğru dürüst yiyemeden tabakta yarısını bırakanlardan mısınız? Yoksa “Kemik elle tutulur, sıyrılır,” deyip kemikli et yemeklerini keyifle yiyip sonra ellerini yıkayanlardan mı?
Bir düşünür der ki: “İnsanları güçlü kılan, yedikleri değil; hazmettikleridir. ”Bu nedenle cevabınız ne olursa olsun, ortak temennimiz; herkesin sağlık ve sıhhat içinde, iştahla yemek yiyebilmesi ve yediğini sindiren bir mideye sahip olmasıdır.
Reklam gibi olmasın ama… Osmancık Seki turpu, yufka ekmek ve yanında acılı mis gibi tarhana çorbası… Hangi yemeğe değişilir ki?
Hepinize afiyet içinde afiyetler olsun efendim!
ÜZÜNTÜM
Katıldığımız özel günlerdeki yemeklerde, katılımcıların çoğu yemeklerini bitirmeden bıraktıkları için biz de ayak uydurmak zorunda kalıyoruz. Kalan yemeklerin ve yanındakilerin ziyan olup çöpe gitmesine gerçekten üzülüyoruz.
Eminim, evimizde olsa hiçbirimiz o yemekleri bırakmayız; bir çırpıda yeyiveririz. Hatta hanımlar, “Yavaş bre adam, arkandan atlı mı geliyor?” diye uyarır. Aslında özel günlerdeki yemeklere ara sıra katılan çoğu insan bunu düşünüyor, fakat birçoğumuz çevreye bakarak “uyumsuzluğa uyum” sağlamaya çalışıyoruz.
Netice olarak uzun söze gerek yok: Tabakta bırakılan bir adet pirinç tanesi bile, Ankara’yı bir öğün besleyecek kadar yekûn teşkil etmektedir.
TEBRİKLER: Çorum’da Ulucami altında bir lokanta camında ‘’Karnı aç olup da doyuramayan içeri girsin karnını doyursun’’ afişini görünce içim ısındı. Gitmediğim bir lokanta ama bu cümlenin hatırına katkı sağlamak için yemeğe gideceğim.