ÇAYA ÜÇ KAŞIK ŞEKER KATINCA

Değerli Dostlar,
Anne baba hakkında epey şiirlerim, makalelerim mevcuttur. Bu konularda ne zaman iki satır yazı yazmaya başlasam hep kalbi duygularla emek veririm. Anneme, rahmetli babama ve çevremdeki insanlara hemhal olmaya çalışırım. Yazılanlar akabinde aldığım telefonlara, maillere bakınca bu noktada da epey başarılı olduğumu düşünüyorum. Çünkü insanların konumu ne olursa olsun herkesin hayatta veya mezarda bir annesi bir babası vardır. Kimi hayatta iken kadri kıymetini bilmiştir vefatından sonra kabrine ziyarete başı dik gider. Kimi de dünyanın farklı telaşı içerisinde anne babasını ihmal etmiştir. Vefatında veya sonrasında kabrine boynu bükük gider. İç dünyasında keşkeler cirit atar ama nafile. Çünkü giden gitmiştir bir kere. Bir daha görüşmek mi? Belki ahirette. 
İşte bu sebeplerden dolayı vermek istediğimiz mesajı birilerine ulaştırabilir ve onların daha imkânları varken aile büyüklerini ihmal etmemelerine veya sıcağı sıcağına bir alo demelerine vesile olabilirsem ne mutlu bana. Ben olaylara hep bu çerçeveden bakıyorum. 
Anadolu da bir tabir var. ''Baba oğula bir bağı bağışlamış ama oğul babaya o bağdan bir cımbı (salkımın parçası) vermemiş'' diye. Çoğu köylerde, kış gelirken patatesten soğana,  turşudan yaprağa, peynirden yufka ekmeğe kadar şehirdeki çocuklarına kışlık yiyecekler gönderilir. Özellikle köyde yaşayan o bağrı yanık çileli anneler, evdeki tüm yiyecekleri evlatlarına, torunlarına aktarmaktan zevk duyarlar. Lakin karşı tarafta aynı zevki duyar mı? Bu kişiden kişiye göre değişir. Günümüzde yaşlılar için, ''malını da canını da istemiyoruz'' diyenlerin sayısı günden güne artmaktadır. Örnek sormayın çevrenize bakarsanız mutlaka görürsünüz.
Bu bağlamda, bir sohbette hemşerimin bir yakınıyla ilgili anlattığı olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. 
Her evladın yapması gerektiği gibi o da annesine düşkündü.  Köyde sobalı evde tek başına uğraşması yerine hiç olmazsa kışı yanında kaloriferli evde geçirmesini istiyordu. Çünkü köye her zaman gitmek mümkün olmuyor durum böyle olunca içi de rahat etmiyordu. Hem de çoktan Ankara'ya gelmemişti. Oğlunun ısrarı üzerine anne kışı geçirmek üzere Osmancık'tan Ankara'ya gitti. Giderken de kaç aydır ona buna hizmet ederek biriktirdiği kışlık yiyecekleri götürdü. Hatta torunlarına soğan kabuğundan boyadığı yumurtaları kırılmaması için Ankara'ya kadar elinde taşıdı. Köyde komşuları ''Teyze kendini niye bu kadar yoruyorsun. Oğlunun ihtiyacı mı var? Ankara'da her şey var'' sorularına cevaben ''İhtiyacı yok ama (köy tabiriyle) ''Oğlan benimse koynundaki elkızı'' sofralarına daha rahat oturmak istiyorum yavrum'' demişti.
Teyze çayı çok seviyordu. Tek başına olmasına rağmen köyde üç öğün çay demleyip içerdi. Bardağa da üç kaşık şeker katardı. Oğlunun evinde de ilk günleri çayı çok içmeye devam etti. Çaya kimse şeker katmadığından çoğu zaman sofraya şekerlik konması unutulunca, bu durumda bazen ''Yavrum bir şeker veriver'' diye hatırlatıyor bazen de zoraki şekersiz içmeye çalışıyordu. Çaya şeker katmak için her kaşığı daldırdığında gelin hanım ve torunlar belki de gayri ihtiyari dik dik bakıyordu. Bu keskin bakışları hissedince teyze çekinmeye ve sade bir bardak çay içmeye başladı. Oğlu ''Anne, sen çayı çok severdin, niye içmiyorsun?'' diye sorunca  ''Yavrum artık yaşlandık dokunuyor''  cevabını alınca haklısın anne deyip pek üzerine düşmemişti.
Yine bir akşam oğlu kestane getirmiş çayla beraber yiyorlardı. Annesinin çaya şeker katarken eşinin ve çocuklarının bakışı dikkatini çekti. Bunun üzerine ''Anne,  50 TL ver bana'' dedi. Anne pek anlam veremedi ama kalkıp kazağının cebinden aldığı parayı uzattı. İkinci akşam yine yemekten sonra çay içeceklerdi. Bardaklar sofraya konulunca oğlu marketten aldığı 2 kg şekeri annesinin önüne koydu. Ve ''Anne, çekinmene gerek yok. Bu şekeri sen aldın, istediğin kadar kat ve istediğin kadar çay iç'' dedi. Daha sonra da çocukları görmeden annesinin cebine parasını koydu.
Bu durumda annesinin gözünden iki damla yaş süzülürken eşi ve çocukları da gereken dersi aldı. ''Ana-ana-ana gün gelip evladının evinde bile doya doya çay içmeye utana'' misali, kim bilir belki de sizin anneniz de, kayınvalideniz de çok çay içmeye veya canı çektiğinde kalkıp dolabınızdan bir portakal almaya çekiniyor mu? İsterseniz çaktırmadan takip edelim. Hayır, dualarını alalım… Ne dersiniz efendim! 
Evlat!
Eskiden köylerde annelerimiz, yeni çıkan ve az olan sebze meyveleri gelince oğlum kızım torunlarım yesin diye kocalarına bile yedirmezlerdi. Lakin şimdi o evlat ve özellikle torunlar bayramlarda bile bir alo demekten imtina etmeye başladılar. Sen sakın ola vefasızlık yapma evlat.
*
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 666 adet farklı nasihatin yer aldığı ''Mahirane Söylemler'' kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum.  Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek benden imzalı olarak (35 TL)  / Emin Kırtasiye'den / Osmancık'ta Hilal Kırtasiyeden temin edebilirsiniz.

Ç A Ğ R I
Evladım, 
Bugün gençsin anlamazsın 
Belki de yarın geç kalır bulamazsın 
Ne olur bir kuru selama muhtaç eyleme beni 
Ağlatma, bir ayağı çukurda olan babanı, anneni 
Beklerim ara sıra da olsa aramanı, son ikazımdır gayri