“Bazı yaralar görünmezdir, ama görünmeyen yaralar da şefkatle iyileşir.”
Irvin D. Yalom
Bir çocuk için dünya, güven duygusuyla anlam kazanır. Bu güven sarsıldığında ise küçücük bir bedende büyük bir fırtına kopabilir. Travmatik bir olaya doğrudan maruz kalmak, sevdiği birinin travmaya tanık olmak ya da onun başına bir şey geldiğini öğrenmek, çocuklarda travma sonrası stres tepkilerini ortaya çıkarabilir. Çocuğun zihni ve bedeni, yaşadığı olayı anlamlandırmaya çalışırken karmaşık bir sürece girer.
Travmanın etkisi yalnızca zihinsel değildir; bedende de iz bırakır. Gerilme, donakalma, nefesin hızlanması ya da bedensel ağrılar bu içsel alarm hâlinin dışavurumlarıdır. Çünkü beden, zihnin sessiz tanığıdır. Travmayı anlamadan önce, çocuğun yaşadığı şeyi bedensel tepkiler üzerinden fark etmek çoğu zaman mümkündür. Bu noktada en önemli faktör, çocuğun yanında nasıl bir yetişkinin olduğudur.
Neyse ki, çocuklar travmatik bir olay yaşadıklarında bile her zaman travmatik stres geliştirmezler. Çünkü her çocuğun olayları algılama biçimi, geçmiş deneyimleri ve çevresel koşulları farklıdır. Çocuğun geçmişte travma yaşayıp yaşamadığı gibi birçok faktör semptomlara katkıda bulunur. Bunun yanında çocuk, aile ve toplum düzeyindeki koruyucu faktörler, travmanın olumsuz etkisini önemli ölçüde azaltabilir.
Dikkate alınması gereken bazı faktörler şunlardır:
* Olayın ciddiyeti: Travmanın şiddeti arttıkça çocuğun güven duygusu daha derinden sarsılır. Sevdiği birinin yaralanması, ölüm gibi durumlar duygusal yükü ağırlaştırır.
* Olaya yakınlık: Olayın içinde olmak ya da bir yakınının başına geldiğini görmek, televizyonda izlemekten, sosyal medyada gezinmekten çok daha güçlü bir etki yaratır.
* Yakınların tepkileri: Ebeveynin ya da bakım verenin çocuğa inanması, duygularını ciddiye alması ve destekleyici bir tutum göstermesi, çocuğun iyileşmesinde belirleyici rol oynar.
* Travma geçmişi: Sürekli travmatik olaylara maruz kalan çocuklarda stres tepkileri birikir ve travmanın etkisi derinleşir.
* Aile ve toplum faktörleri: Kültür, inanç sistemi ve sosyal destek ağı, çocuk için koruyucu bir zemin oluşturabilir. Çocuğun kültürel kimliği, aidiyet duygusunu güçlendirir. Ancak ayrımcılık veya dışlanma deneyimleri, bu dayanıklılığı zayıflatabilir.
Bazı çocukların travmaya karşı esneklikleri şaşırtıcı düzeydedir. Bu çocuklar genellikle güvenli bağlanma geliştirdikleri, duygusal olarak erişilebilir ve yatıştırıcı ebeveynlere sahiptir.
Keşfetmeye açık, meraklı ve paylaşmayı seven bu çocuklar, küçük sarsıntılardan öğrenerek büyürler. Onları “dayanıklı” kılan şey, başlarına kötü bir şey geldiğinde destek bulabilmeleri, anlaşılmaları ve duygularını ifade edebilmeleridir.
Travmatik bir olay sonrasında bazı çocuklarda tepkiler hemen ortaya çıkmaz; günler, haftalar hatta aylar sonra kendini gösterebilir. Aileden ayrılma korkusu, sık ağlama, öfke patlamaları, kabuslar, alt ıslatma, mide veya baş ağrısı gibi bedensel şikâyetler görülebilir. Bu tepkilerin her biri, çocuğun yaşadığı olayın ağırlığını kendi diliyle anlatma biçimidir.
Peki, ebeveynler böyle bir durumda ne yapmalı? En önemli adım, sakin kalmak ve çocuğa güvenli bir alan sunmaktır. Çocuğun duygularını bastırmak yerine anlamlandırmasına yardımcı olmak, travmanın etkilerini hafifletir. “Korktun, biliyorum. Ama şimdi güvendesin.” gibi basit bir cümle bile çocuğun iç dünyasında onarıcı bir yankı oluşturabilir. Ebeveynin kendi duygusal dengesini koruyabilmesi, çocuğun dengeye dönme hızını belirleyen en güçlü etkendir.
Eğer ebeveynin kendi geçmişinde çözülmemiş travmaları varsa, bunlar da çocuğun yaşantısıyla tetiklenebilir. Bu nedenle, önce kendi içsel yaralarını fark eden ve gerektiğinde profesyonel destek alan yetişkinler, çocuklarının duygusal dayanıklılığını daha sağlıklı biçimde destekleyebilir.
Unutmayalım, çocuklar hem kırılgan hem dirençlidir. Hayatın başında oldukları için bazen yetişkinlerden farklı tepkiler verirler. Kimisi hızla toparlanır, kimisi zamana ihtiyaç duyar.
Travmaya maruz kalmış bir çocuğun hayatı anlamlandırma şekli değişebilir; bu da sürecin doğal bir parçasıdır.
Hayat, yaralarla dolu bir yolculuktur. Önemli olan o yaraları iyileştirebilmek ve onlarla yaşamayı öğrenebilmektir. Bir çocuğun yarasının kapanmasının en güçlü ilacı ise saf sevgidir.
Kendini güvende hissettiren, yargısız, koşulsuz bir sevgi… Çünkü sevgi, çocukların yeniden hayata tutunmasını sağlayan en derin onarım gücüdür.