"Daha Adil Bir Dünya Mümkün"

Tarihin akışı içerisinde dünya birçok kırılma yaşadı; yaşıyor. Her bir kırılma sonrasında yeni bir düzen arayışı, yeni bir paradigma sorunsalı ihtiyacı doğuyor. Ancak sunulan reçete ya da üretilen paradigma kırılmayı önlemek yerine yeni kırılmalara sebep oluyor. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, kaleme aldığı bu eserinde herkesin güvende olacağı, kırılmaları en aza indirecek ve yeni savaşların başlamasını engelleyecek bir teklif sunuyor. 

Evet, tahmin edeceğiniz üzere "Dünya Beşten Büyüktür" sloganı, haykırışı, karşı çıkışı ve meydan okumasının sistematikleşmiş, raporlanmış, her yönüyle uygulamaya hazırlanmış teorisi bu kitap ile elimizde olacak.  Kitapta sadece Birleşmiş Milletlerin mevcut yapısına bir reform teklifi yok; bunun öncesinde iklim değişikliği, ırkçılık, yabancı karşıtlığı, İslâm düşmanlığı, nefret söylemi, göç hareketleri ve terörizm gibi yukarıda bahsettiğim kırılmalara ve/veya meydan okumalara sebep olan parametreler ele alınmış ve bu tehlikeli gidişatın oy uğruna popülist söylemler neticesinde ortaya çıktığına dikkat çekilmiştir.

Özellikle Birleşmiş Milletler, Milletler Cemiyeti, G-20, AB gibi uluslararası organizasyonların teşekkül biçimi, amaçları, kurgulanışları kronolojik olarak değerlendirilmiş. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir savaşın çıkmaması ve barışın tesisi için kurulan Milletler Cemiyetinin, -kuruluşu itibariyle sadece kendi çıkarlarını düşündüğünden dolayı- kırılmalara seyirci kalmasının sonucunda İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Yine İkinci Dünya Savaşı sonrasında galip devletlerin kurduğu Birleşmiş Milletler meydana geldi. Ancak BM de aynen MC gibi sadece galiplerin ve/veya güçlülerin haklarını savunduğundan dolayı işlevini ve kuruluş amacını yerine getirememekte; bu durum sebebiyle de yeni kırılmalar tüm dünyayı tehdit etmektedir.

Yazarın özellikle yeni meydan okumaların yaşanacağını öngörmesi sadece bir tahmin değildir. Yazar, uluslararası toplumun siyasi ahlak anlayışına vurgu yaparken "ahde vefa ilkesini" ön plana çıkarıyor. Uluslararası toplumun temsilcileri yapılan anlaşmalara taraf olmalarına rağmen mesele kendi çıkarları olduğunda mevcut BM yapısındaki "veto yetkisiyle" 193 ülkenin varlığını hiçe sayarak hareket edebiliyor. Gerek Milletler Cemiyeti gerekse Birleşmiş Milletler, sömürgeci ve emperyalist anlayışın üzerine kurulduğundan tüm dünyanın üzerinde kara bulut gibi dolanıyor. Bugün dahi Birinci dünya Savaşı sonrasında emperyalist jeopolitik zihniyetin sonucu olacak cetvelle çizdikleri sınırları, iç savaşın gölgesinde yeniden tasarlıyorlar. Kitap, bu konuyu ele alırken terörizm sorununu gündeme getirmekte ve yeni meydan okumaların kimsenin güvende olamayacağı şekilde cereyan edeceğini hatırlatıyor.

Yine yukarıda da değindiğimiz üzere yabancı karşıtlığı ve nefret söyleminin Avrupa Birliğinin özünü derinden sarstığı, Avrupa'nın özünden koparak değerlerini sadece Hıristiyanlığa indirgediğini ve içe kapanarak uluslararası siyasetten koptuğu örnekleriyle açıklanıyor. Medeni Avrupa'nın -ki veto yetkisine sahip iki daimi üye Avrupa kıtasında yer almakta- Srebrenitsa'da yaptıkları başta olmak üzere mülteci meselesindeki devam eden tutumuyla Bosna'da öldüğü, Suriye'de gömüldüğü gerçeğine mim koyuyor.

Filistin meselesine gelince… Terör örgütü İsrail'in yapmış olduğu zulümler, katliamlar tüm insani değerleri hiçe sayarak sırf emperyalist zihniyetin taşeronu olduğunu için göz ardı ediliyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda İsrail aleyhine onlarca karar alınmasına rağmen veto yetkisi olan daimi üyelerden 1 tanesi dahi kabul etmediğinde geçersiz sayıldığı hepimizin malumu olarak kitabın farklı yerlerinde ısrarla anlatılıyor. 

İnsani değerler demişken kitabın ikinci bölümü itibariyle reform teklifinin içeriği/taslağı ayrıntılı biçimde sunuluyor. Bu bölümde Cumhurbaşkanımızın teklifinin öncesinde yapılmış tekliflere de yer veriliyor. Örneğin Fransa'nın, insani değerlerde/suçlarda veto yetkisinin kaldırılmasını teklif ettiğini ancak galiplerin/güçlülerin haklı olduğu mevcut yapıda neyin insani suç sayılacağı tartışma konusu olacağından gerçekçi bulunmuyor. Ya da Kofi Annan'ın sunmuş olduğu teklifin detaylarda boğulduğunu ve sadece zaman kaybı olacağı sebep-sonuç ilişkisiyle ortaya konuluyor. Bir başka teklif "Dünya Hükümeti" fikri. Dünya Hükümeti fikrine en yakın olarak Avrupa Uyumunun 1815'te kurulduğunu ancak bunun da büyük güçlerin sömürge savaşlarında diplomatik manevradan ibaret kaldığını, sonucunda da Avrupalı devletlerin yüzyıl savaşlarına, sonrasında Birinci Dünya Savaşına gittiğini tek tek açıklamıştır.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler reformunu konsolide ederek sonuç üretecek bir noktaya taşımak gerektiğine değinerek ilkelerini açıklıyor: Adalet, Eşitlik, Temsilde Adalet, Şeffaflık, Hesap Verebilirlik ve Önleyicilik Öğretisi.

Bu ilkelerin ise dört şartı taşıyarak reform teklifinde bulunmasını gerekliliğine vurgu yapıyor: Kapsamlı ve kökten çözüm arayışı, dar çıkarların değil ilkesel başlıkların varlığı, stratejik hedeflerin net olduğu ve mutlaka bir takvim üzerinden ilerlemesi gerektiği. 

Reform teklifinin ele alındığı bölümde ise yukarıdaki ilkeler ve şartlar saklı kalmak kaydıyla Güvenlik Konseyi üyelerinin Genel Kurul'dan seçilmesi gerektiğini, görev sürelerinin belirli olduğunu, daimi üyeliğin olmadığı reformun bel kemiği olarak anlatılıyor. Günümüz sorunlarının çözümsüz kalmasına ve Birleşmiş Milletlerin işlevsiz hale gelmesine sebep olan "veto yetkisinin" kesinlikle ve öncelikle kaldırılması gerektiği hemen her bölümde vurgulanıyor. Güvenlik Konseyine seçilen devletlerin görev süreleri bittiğinde tekrar seçilebilmesini, bunun yarışmacı mantıkla yapılaması teklif ediliyor. Böylelikle sorumluluk ve hesap verebilirlik ilkesinin tecessüm edeceği bir yapı oluşacağı anlatılıyor.

Sonuç kısmında ise yapılacak olan reformun önündeki en büyük engelin yine veto yetkisine sahip Güvenlik Konseyi olduğunun unutulmaması gerektiğini ve hatta "bu teklifi verseniz ve Genel Kurulda kabul edilse dahi veto edileceğinden dolayı yapılamaz/uygulanamaz" diyenlere hak vererek, bunun olacağını öngörerek yine de adım atılması gerektiği çağrısı yapılıyor. 
Çünkü Genel Kurulda bir karar alınması için 2/3 çoğunlukla kabul görmesi gerektiğinin bilinciyle daimi üyelerin bu stratejik teklife kayıtsız kalamayacağı, kayıtsız kalması halinde Birleşmiş Milletlerin meşruiyetinin kalmayacağı, içinin boşalacağı öngörülüyor. 
Esasen atılması gereken adımın bu haksızlığa, adaletsizliğe ses çıkarmak olduğunu "Dünya beşten büyüktür" demenin gerekliliğine çağrı yapılıyor. Sorunun Birleşmiş Milletler olduğunu ama çözümün de sorunun kaynağı olan Birleşmiş Milletlerde olduğunu izah ederek krizi fırsata çevirmeyi teklif ediyor.
Ve son olarak; sarsıcı ve kökten bir eylem olacağını bilerek insanlığın ihtiyacının bu olduğuna inanarak ısrarla "Dünya beşten büyüktür" paradigmasıyla kitaba son veriliyor.
Cumhurbaşkanımızın kaleme aldığı aslında sonuç olan bu kitap - sebeplerini ve eylemlerini çıkmış olduğu her platformda, özellikle de sorunun merkezi olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda veto yetkisine sahip daimi üyelerin gözlerinin içine bakarak tüm dünyaya ilan ettiğinden biliyoruz- sürdürülmesi, müdafaa edilmesi ve her platformda konuşulması/anlatılması gereken devrimci bir manifestodur. 
Elden ele, gönülden gönüle ulaşması ve kitapta belirtildiği üzere sarsıcı bir eylem olarak sonuç bulmasını dileyerek, Cumhurbaşkanımız Sn.Recep Tayyip Erdoğan'a bu eseri bizlere sunduğu için saygılarımı arz ediyorum.
Vesselam…