Bir kaç seri halinde kaleme almayı düşündüğüm makalemin ilki, edep-ahlak bağlamında olacak.
İslami ve insani sinir uçlarımıza dokunulduğu son iki yıldır, özellikle hal-i hazırda iklim ve siyasetin sıcağı altında kavruluyoruz.
Gazze hâlâ ateş altında; artık İslamlığımız ve insanlığımızdan utanır hale geldik.
Yanı başımızdaki Suriye’ye ateş sıçratma derdinde soykırımcı ve çıbanbaşı İsrail.
Yurt genelinde Afrika sıcakları etkili, yine orman yangınları başladı ve akciğerlerimiz bir bir kül oluyor, devletimizin hummalı söndürme çabasına rağmen.
Bu yetmemiş gibi sıcağı fırsat bilip meydan okumalar var.
Görsel bombardıman altındayız. Açık-saçıklık zirvede.
Biz, çok şükür Çorum şartlarında o kadar değiliz ama büyük ve deniz kenarı şehirlerde durum vahim.
İşin ilginç tarafı “uyarı” mekanizması da çalışmıyor. “Benim tercihim, karışamazsın” deyip çıkılıyor ikaz edenlere karşı.
Hey gidi atalarımız, kalkın da torunlarınızın haline bir bakın.
Avrupa’nın ortasında milleti soykırıma uğrayan Aliya İzzetbegoviç, “savaş, ölünce değil onlara benzeyince kaybedilir” derken taklit ettiğimiz dünyanın kültürel etkisine dikkat çekiyor. Derin bilgi birikiminden dolayı Bilge Kral unvanını alan Aliya, Bosna Hersek’in kurucu lideri. 19 Ekim 2003’te 88 yaşında Saraybosna’da hayatını kaybetti.
Bu sözü vesilesiyle andık, rahmet diliyoruz.
1980’li ve 90’lı yıllarda Avrupa’ya gidip gelenler, oranın bize göre aile hayatı ve erkek-kız ilişkilerindeki pespayeliklerinden söz derlerdi.
2000 yıllarla birlikte TV’lerin yaygınlaşması, internete ulaşımın kolaylaşması, akıllı denilen cep telefonları aracılığıyla sanal âlemle tanışma vb. sebeplerle olanlar oldu.
Haz ve hız özellikle gençleri esir almış durumda.
Ne yazık ki, daha hızlı yaşıyor, daha çabuk tüketiyor, anlık tatminlere yöneliyorlar.
Göz, kulak, dil, damak, el, ayak değerlerinden birazcık koparsa tutunacak dal olarak değersizlere yapışıyor. Tabiat, boşluk kabul etmez.
Öyle/böyle günlerden geçiyoruz.
Değerlerimizden uzaklaştırma mücadelesi veriliyor. Bunun anlamı düpedüz kültürel savaş. Hız ve hazzın peşinden koşanın kutsal değer derdi olmuyor, ona her şey/yol mubah.
Bizim beslendiğimiz kaynakta büyük olarak bildiğimiz başta anne-balar, hocalar, öğretmenler, yaşlılar, değişik açılardan toplumun önde gelenlerine saygı duyulur, sözleri dinlenir, hürmet edilir.
Beslendiği kaynak batı ve batıl ile kılavuzu karga olanların böyle bir dertleri yok; hazlarının arkasında hızla ilerliyorlar ve meydanı ele geçirmek üzereler.
Evet, “el mi yaman, bey mi yaman” meydan okuması var.
Atasözümüz malum, güç her zaman beylerde ve liderlerde değildir. Halk da önemli bir güce sahiptir. Toplumsal değişim halk tarafından gerçekleştirilir.
El, biziz.
Sohbetlerde bizim mahallenin sakinleri hemen şikâyete başlıyorlar:
Hükümet, aileyi bitirdi, ahlaksızlık aldı başını gitti, edep yok, haya yok, haramların önünde engel kalmadı vs., vs…
Aynı hükümet, asıl beğendiğin, hoşuna giden, aileyi kurtarmak için, ahlaksızlığı bitirmek için, edep-hayâ var osun, helaller çoğalsın diye adımlar atıyor.
Dünyanın en kolay işi şikayet etmek..
Gassal’ın 21 Mayıs 2025, 2.sezon resmi fragmanında bir sahne:
“Özür dileyeceksin benden.
Ben bir şey yapmadım ki
Yapmadıkların için özür dileyeceksin…”
Çok etkileyici bir sahne. Ben irkildim.
**
Şikâyetçi olduğumuz bilcümle konularda:
Sen ne yapıyorsun?
Ben ne yapıyorum?
Bir müftü kardeşimiz anlatmıştı:
Kızım 6 yaşına geldiğinde bizi izlemiş olmalı ki kendiliğinden “ben kapanacağım, müftü kızına yakışır giyineceğim” dedi. Biz de annesiyle gittik; en beğendiği elbise ve başörtüsünü aldık sevindirdik, sevindik. Şimdi üniversite okudu, bitirdi tesettürden taviz vermiyor.
Hocalarımızın, hacılarımızın, bacılarımızın kızları böyle neden olmasın?
Aile yapımız keza, boşananlar bizim mahallede de çoğalmaya başladı. Azaltmak için elimizi taşın altına koyabiliriz.
Tv’ler, sanal dünyada çok güzel programlar, harika sohbetler var. Neden onların sayısı artmasın?
Vs. vs.
Buna rağmen N Fazıl’ın dediği gibi oluklar çift, birinden kir akar, diğerinden nur.
Pazarda her malın müşterisi vardır.
Tarih boyunca iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış mücadelesi bir vakıa.
Günümüz edep, adap, ahlak konularındaki meydan okumalara dikkat çekiyoruz.
El mi yaman, bey mi yaman. Bakın işte:
Afrika sıcaklarının 35-45 derece aralığında seyrettiği bu günlerde, olması gereken tesettür şartlarında giyinerek iş yerlerinde, cadde ve sokaklarda kızlarımızı ve hanım kardeşlerimizi görmüyor muyuz?
Görüyoruz.
Bu da meydan okumadır.
El misin, bey misin?
El yani halk kalıcılığı, bey yani güç geçiciliği temsil der.
Açıkçası ben bu mücadelede ümitvârım. Zira beslenilen kaynak sağlam ise gerisi teferruattır. Bizim kaynağımız sağlam; bitmez-tükenmez menba.
Diğerleri örümcek ağı gibi, bu gün burada yarın başka yerde mekân bulurlar, sabun/deterjan köpüğü gibi içi boş hava kabarcığı.
Her ne kadar beyaz ve göze cazip görünseler de.
Geçmişte ve günümüzde nice edep-ahlak sınırlarını zorlayan fiiller olmuş, gelmiş-geçmiş ve bitmiş, arkasında pişmanlıklar kalmış.
Bazı sanatçıların trajikomik son halleri ortada.
Vesselam…