Geçenlerde Fen Lisesi 10. Sınıf sene sonu konserine gittim. Şu yazdığım cümleden sonra durdum! Sordum kendime şükrederek bir yandan… Bu seviyeye mi geldi memleket? Gurur duydum yazdığımdan, yazdıklarımdan, yazdıranlardan…
Fen Lisesi 10. Sınıf Konseri…
Memleketin istikbaline yön verecek, LGS sınavı sonucu yüzde birlik dilimde yer almayı başarmış, ufukları açık, düşünceleri berrak, dinç, dinamik, zıpkın gibi gençler, ellerinde sazları ile sahne aldılar. Bu sahada bir ürün beklentisi barındıran en son öğrenci gurubu Fen Lisesi öğrencileridir! Onlar masanın başından başlarını kaldırmayıp yedi - yirmi dört test çözdüklerinde çevrelerinden takdir toplayan, varoluş gayelerini ders çalışmak olarak betimleyen öğrenci guruplarıdır. Böyle bilinmek, anılmak onları hiç şaşırtmaz. Öyledirler! Ama bir yandan bu bahsettiğim öğrencilere de herkes gibi ince, zarif ve şekillenmeyi bekleyen, insan denen nesneyi çekip çevirip huzura tamamlanmış olarak servis eden çalışmanın yapılması gerek! Bu aşama uzun soluklu, zahmetli bir süreç gerektiriyor haliyle. Yapılmadığında kimsenin yadırgamadığı ama yapıldığında ortaya çıkacak sonuçtan tüm memleketin ve hatta tüm toplumun istifade edeceği bir çalışma…
Emrah Demir;
Yukarıda bahsettiğim gurubun öğretmeni. Bu öğrenci gurubu ile birkaç yıldır birlikte. Yirmi sene önce iyi bir Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisi olarak benim derslerimde tanıdım onu. O zamandan da belliydi iyi olacağı. Dün akşam buluşup çay içtik. Konserin değerlendirmesini yaptık. O anlattı ben dinledim bu sefer! Karşılaştığı zorlukları, aştığı, aşamadığı engelleri anlattı. Müzik olarak olumsuz şeyleri söylememi istedi. Benim eleştirilerimi, değerlendirmelerimi bilir. Acımasız yorumlarım vardır yeri gelince… Özellikle kötü olanları söyleyin hocam dedi. Hocalar samimidir, söyler! Eğriyi de doğruyu da. Karşımdaki öğrencim de beni iyi bildiği için üzülmez duyduklarına! Eskisi gibi… Burada sözü edilecek ilk ve tek şey, Fen Lisesi gibi bir okulda dört tane 10. sınıf şubesinin dördünden de ayrı orkestra topluluğu oluşturabilmek! Başka söze gerek yok! Bu değerlendirmemden sonra içini çekti ve sigara için benden izin istedi. Tabi, artık meslektaşız dedim, rahatladı. Bam teline basmıştım sanırım. Sormayın hocam dedi. Birçoğuna ulaşamadım! Öğrenciyi ikna etsem ailelerini geçemedim!
Bir süre konuşmadım. Öylece kala kaldım! Karşımda hocasını geçmiş, memleketin ideal öğretmen tipine bakıyordum. Bir öğrenci daha kazanamamanın üzüntüsünü yaşayan nesli tükenmekte olan bir öğretmen! O an sarılıp kucaklamak istedim. İyi ki öğrencim olmuşsun, iyi ki seni tanımışım dedim içimden… Böylelerinin varlığından haberdar olmak, hele de elinden tutmuşluğumu bilmek ne güzel! O izlediğim sahnedeki güzelliklere katkı vermiş olmak! Sonra, geçip karşısına hayranlıkla, gururla izlemek!
Öğrencilerimin başarısını görmenin güzelliğini tatmıştım ama onları kendi öğrencileri ile yaptıkları güzel işlere şahit olarak tarifsiz tatlara eriştiğimi hissettim. Anladım ki bu da öğretmenliğin yeni tanıştığım en özel kısmıydı!
Sonra ısrarla hataları sordu. Dedim ya fikirlerime çok önem verir Emrah. Entonasyon, tuşe ve ritim kaçırma hatalarından bahsettim. Bildiğini, farkında olduğunu söyledi. Notunu aldı, teşekkür etti. Seneye daha iyi olacaklar dedi. Farkına varmadan saat on olmuş. Mekân kapandı. Vedalaştık.
Ardından bakarken, öğrencilerini imrendim. Ne şanslı çocuklar diye düşündüm. Hocalarının çabaları sayesinde yeteneklerinin de olduğunu ve bu yeteneklerini kullanabildiklerinde zarif bir doktor, nazik bir mühendis, nezaket ve hoşgörü sahibi bir mimar olabilecekler…
Buradan tüm şehir halkına sesleniyorum. Bırakın bir sürü para vererek bin bir naz ile sahne alan sanatçıları! Emrah'ın konserlerini kaçırmayın. Hiçbirisi şöhretli değiller! Beş kuruş masrafları da yok! Pırıl pırıl, memleket kokan, samimi, zarif, nezaketli ve hoşgörülü insan olma sözü vermiş gençlerimizi dinleyin!