Gerçek Malik kim?

İnsan olarak herbirimiz bir şeyin sahibiyiz? Bu ev benim, bu apartman benim, bu fabrika benim, bu arazi benim... diye övünür ve avunuruz. Gerçekten benim mi? Yoksa mirasçıların mı? Onu bize bırakıp giden atalarımız neredeler ve ne götürdüler? Onlar da bunların hepsi benim diyorlardı, öyle değil mi? Hz. Adem’den beri bu dünya kaç kez doldu boşaldı. Mesela Anadolu toprağında kaç medeniyet kuruldu, kaç imparatorluk gelip geçti...
İyi düşünmek lâzım. Bize babadan, dededen kaldı. Onlara kimden kaldı? Mümkün olsa da Hz. Adem’e kadar bu mülkün nasıl el değiştirdiğini tespit edebilsek, o zaman dünyaya ve dünyalıklara ne kadar mesafeli olmamız gerektiğini daha iyi anlarız.
Onun için Yunus Emre’nin feryadı çok yerindedir.
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.
Aslında her şeyi yaratan Allah, bu kainatı da yaratmış, onu beşerin menfaatine sunmuş ve bahsettiği akılla kainata insanları hükümran kılmıştır. Yine O, kainatı imar etmeleri için kudret vermiştir.
İnsanlar, kazanç sağlamak için alet, edevata, araziye, emlaka sahip olmalılar. Barınacak yerlere, çalışacak atölyelere, fabrikalara ve onların alt yapılarına, enerjiye sahip olmalılar. Ama ihtiyarlık ve hastalık anlarında acze düşerlerse bunun için de bir şeyler biriktirmeleri lazım.
İşte o biriktirme ihtiyacı ve düşüncesinden itibaren mülkiyet kavramı ortaya çıkar. Bunlar benim mi? Burada bir sorumluluğun veya yükümlülüğüm var mı? Mülkiyetimin bir sınırı varmı?
Şurası mutlaktır ki Allah yer ve gökleri yaratıp insan oğlunun emrine vermiştir. Öyleyse yer ve göklerin ve bu ikisi arasında kalan her şeyin gerçek mülkiyeti, kesin olarak Allah’a aittir.
‘Yer ve göklerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin mülkiyeti Allah’a aittir.’ (Maide:17)
Gerçek mülkiyet sahibi olan Allah, bu mülkü dağıtma konusunda da tam yetkiye sahiptir
‘Deki; Ey mülk sahibi olan Ulu Allah’ım! Mülkü dilediğine verir, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik, senin elindedir. Doğrusu sen, herşeye kadirsin.’ (Âl-i İmran 26)
Gerçek mülk sahibi Allah olduğuna göre bizim buradaki rolümüz ve yetkimiz ne kadar? Hüküm belli; mülk Allah’ındır, insanlar ancak kullanma hakkına sahiptir.
Günümüzde intifa hakkı, kullanma yetkisi tam mülkiyet gibi algılanıyor. Sınırsız ve sorumsuz yetkilerle donatılmış gibi değerlendiriliyor. Tapuların gerçek mülkiyet belgeleri olduğuna inanılıyor.
Ama şü ölümlü dünyada hepimiz devremülkteyiz. Bu devremülkün adı dünyadır. Dünya hayatı, tatil için alınan veya kiralanan devremülk gibidir. Senede aynı daireyi nöbetleşe kaç kişi kullanıyorsa insanoğlu, Hz. Adem’den itibaren aynı arazileri, aynı tapuları ve mekanları devremülk gibi kullanmaya devam ediyor. Mülk O’nun ama kiracı olan bizler değişiyoruz. Geçmiştekiler, bu dünyadaki mülklerini bizlere terkettiler. Bizler de gelecek nesillere...
Allah, kimseye yoklukla hele de açlıkla imtihan etmesin. Ama varlık içinde de şaşırtıp azdırmasın. Bir büyük Allah dostu diyor ki;
‘Yokluk bizi yıkamadı. Bir şekilde yine hayatta kaldık. Yokluktan bolluğa doğru yollar arayıp bulduk. Şimdi bolluk batağında çırpınıyoruz.’
Ömer Hayyam, şu dünyada üç beş günlük ömrümüz olduğunu hatırlatarak mala mülke tapınmanın gereksiz olduğu konusunda uyarıyor.
İmam-ı Azam’ın bir komşusunun çok develeri varmış. İmam-ı Azam’a gelip; ‘Ey imam, ben namazlarımı huşu içinde kılamıyorum. Namazdayken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Sen de tüccarsın, zenginsin. Peki sen ibadetin zevkine nasıl varıyorsun? Huşu içinde nasıl namaz kılabiliyorsun?’ diye sormuş.
İmam-ı Azam da ‘Ben develeri ahıra bağlarım. Kalbime baülamam ki...’ diye cevap vermiştir.
Ölçü bu; kervanların da, fabrikaların da, şirketlerin, holdinglerin de olsun ama onları kalbine bağlama. Unutma ki birgün hepsini bırakıp Allah’a döneceksin ve o servetin de hesabını vereceksin.