Sabah erken kalktım. Gördüğüm rüyanın etkisindeydim hâlâ. Söylemeyecektim, anlatmayacaktım kimseye. Öyle karar aldım. Güzel rüya anlatılmaz! Bırak sende kalsın. Bozma büyüsünü… Sana dokunan bir şey o! Sana dair, senden… Başka kimseyi alâkadar etmeyen. Çıkardığın anlamın en çok seni etkilediği. Özel… Sonra büyük bir ödül kazanmışım gibi içim büyüyerek çıktım sabahın köründe evden. Dilim söylemeyecekse içimde patlamadan! Dışarıdakiler anlardı halimden; Ağaçlar, kuşlar, böcekler… Onlar anlar, bana tercüme ederlerdi rüyamı. En azından onlarla paylaşmalıydım.
Çok zengin yürüyordum sokaklarda. Çok havalıydım. Ortada kimse yokken hele de… O an tek rakibim olabilecek altıncılar bile açmamış tereklerini! Şehir hiç olmadığı kadar temiz ve berraktı. Benim oralardan geçeceğimi duymuş kendisine çeki düzen vermiş adeta. İçimdeki genişlik dışıma yansıyor, çevremdeki her şey bana selam duruyordu. Karşıma birisi çıkıp, dayanamayıp rüyamı anlatacağım diye ödüm kopuyordu. Sırlı bir insan olamadım hiç! Bunu da söylerdim. Evet, yapardım. Kimselere de gözükmemem, görsem de görmezden gelmek zorundaydım.
Bu düşüncelerle gide gide kendimi Hıdırlık Mezarlığı'nda buldum. Bu durum iyiydi. Sabahın köründe beni burada kimse göremezdi. Ve bu işin güzel tarafı, dünyanın en iyi sır saklayanları ile birlikteydim. Onlardan sır çıkmazdı. İçim rahatladı. Ayaklarım beni geçen sene toprağa verdiğimiz ilkokul öğretmenime yöneltti. Mezarın yapılıp yapılmadığını da merak ettim. Biraz aradıktan sonra çıktı karşıma. İçerisinde annesinin de bulunduğu bir taş çerçeve üzerinde gördüm adını. Saate baktım, sekiz buçuktu. Ders saati… Beş sene kahrımı çeken öğretmenim! Mezar taşı çok güzeldi. Ona da bu yakışırdı. Ömrü hep fedakârlıklarla geçen bir kadındı. Hiç evlenmedi. Bizi oğlu kızı bildi. O sıra mezarın uç kısmında tahrif olmuş, dış kapağı sıyrılmış bir kitabı fark ettim. Elime alıp baktığımda, 2024 yılında, Çorum Belediyesi tarafından yayınlanmış, Çorum Masalları adında bir kitap olduğunu gördüm. Bir öğretmenime baktım bir de kitaba… Bana bir şey demek istiyor gibiydi. Sabahın bu saatinde burada olmamın bir nedeni vardı! Belki de sırrım ona gözükmüştü. Anlamıştı rüyamı! Kitabın yapraklarını karıştırmaya başlayınca bir sayfasının kıvrılıp, ayraç vazifesi yaptığını gördüm. Bunun bana bir mesaj olduğunu düşünüp heyecanla o kısmı açtım. İçerisinde birçok masalın bulunduğu kitabın bu sayfasında derlenmiş olan masal "neydim, ne oldum, ne olacağım" adını taşıyordu.
Masal kitabının mezarlıktaki duruşu da manidardı. Zira bir varmış bir yokmuş diye başlayan öğretilerden geriye sadece bir yokmuş kısmı kalmıştı. Varmış kısmını bizim nesil yaşadı. Süper dijital iletişim çağı hepimizi köklerimizden koparıp şu masal kitabı ile birlikte öğretmenimizin yanına gömmüştü. Geride ne o masallardaki öğütler, ne de onu dinleyen saf ve masum insanlar kalmıştı…
Öğretmenimin kıymeti bir o kadar daha artmıştı gözümde. Kadıncağız hâlâ benim için çalışıyordu! Şu an bulunduğu durumda da bana anlatabileceği en isabetli ders buydu! Takip edildiğimi biliyordum ama bu kadar değil! Ürperdim… Masalın devamını okumama gerek yoktu. Başlık yetmişti. Evet; Bu başlık tam da benim içindi. Hayatın şımarttığı, zaman içerisinde elindekilerin kıymetini bilemeyen bir öğrenci için başka ne ders verilebilirdi ki? Şimdilerde hayat boyu öğrenme diyorlar. Şu yaşadığım şey tam da buydu. Zira mezarda bile olsa öğrenme devam ediyordu!
Dersimi almış vaziyette oradan ayrıldım. Öğretmenimin en özel öğrencilerinden birisi olduğumu hissederek uzaklaştım… Gördüğüm rüyanın gizemi bir o kadar artmış ve sakladığım sürece de hayat denen bu mucizevî ortamın kıymetini bilecek ve her gün farklı hazinelerini sindirecektim...