HUZURA HASRET ÜLKE LÜBNAN-2 - FAHRETTİN PAŞA

Geçtiğimiz hafta 22 Kasım, bağımsızlığının yıldönümü olması dolaysıyla Lübnan üzerine yazdığımız yazıya bir düzeltme ile devam ediyoruz.
DÜZELTME: 22 Kasım 2025’de yayınlanan yazımızda “Oysa kaynaklardan aldığımız bilgilere göre 1940-1914 yılları arasında kavuştuğu sulh günlerinde…” paragrafındaki 1940 tarihi 1840 olacaktı. Müdavim okuyucularımıza duyurulur. Uyarıları için de teşekkür ederim.
22 Kasım aynı zamanda Medine müdafii, Fahrettin Paşa’nın vefat yıldönümü.
Fahreddin Paşa elinde bulunan son derece kısıtlı imkânlarla Medine’yi iki yıl yedi ay boyunca müdafaa etti/savundu. (Haziran 1916-Ocak 1919)
Osmanlı hükümetinin Hicaz’ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine Fahreddin Paşa, herhangi bir yağmaya karşı Medine’de Hz. Peygamber’in mezarında bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul’a nakledilmesini teklif etti. Sorumluluk kendisinde olmak şartıyla teklifi hükümet tarafından kabul edildi. Fahreddin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderdi.
İngilizler tarafından “Türk kaplanı” diye adlandırılan Fahreddin Paşa 27 Ocak’ta(1919) savaş esiri olarak Mısır’a gönderildi. 5 Ağustos’ta Malta’ya sürgün edildi. Sürgün sırasında, savaş suçlularını yargılamak üzere işgalci devlet tarafından İstanbul’da kurdurulan ve başkanından dolayı halk arasında Nemrud Mustafa Dîvânıharbi adı verilen mahkemece ölüme mahkûm edildi. Ancak Fahreddin Paşa Ankara hükümetinin gayretleriyle 8 Nisan 1921’de Malta’dan kurtuldu.
Milli mücadeleye katıldı. Afganistan’a büyükelçi olarak görevlendirildi(1921-1926) 1936'da Türk Silahlı Kuvvetlerinden tümgeneral rütbesiyle emekliye ayrıldı, 22 Kasım 1948'de vefat etti. Fahreddin Paşa'nın naaşı vasiyeti üzerine Rumeli Feneri Aşiyan Mezarlığı'nda(İstanbul) defnedildi.
**
Geçen hafta yazımızı “Barış ve istikrarın hâkim olduğu bir Lübnan’da Müslüman’a da Hristiyan’a da ait samimiyet hikâyeleri yazılacaktır, anlatılacaktır. Nitekim yazılmıştır” şeklinde tamamlamıştık.
İşte Arapça yazılıp Türkçeye çevrildiği rivayet edilen o hikâyelerden biri ve yine Kasım ayı:
HRİSTİYAN BİR ANNENİN FERYADI
“Neredesin ey Muhammed?
Senin ümmetin, senin doğum gününde kızımı öldürdü!”
Ve cevap, bu feryattan daha hızlı geldi.
Hikâyenin başlangıcı:
1953 yılının 19 Kasımı 20 Kasına bağlayan gece., Mevlid-i Nebevi gecesi. Lübnan’ın güneyindeki Sayda şehrinde…
Her yıl olduğu gibi, Müslümanlar Peygamber Efendimizin (SAV) doğum gününü kutluyordu.
O dönemde Lübnan’da bu kutlamaların bir parçası da havaya ateş açmak gibi yaygın bir gelenek vardı.
Ne var ki, o gün sıkılan mermilerden yorgun bir mermi, şehirde tanınmış Hristiyan Gattas ailesinin genç kızının başına isabet etti.
Mahalleli panikle kızı Dr. Gassan Hammud Hastanesi’ne götürdü. Fakat doktorlar müdahalede yetersiz kaldı ve aileye:
“Durumu çok ağır, derhal Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi Hastanesi’ne götürün.” dediler.
Kız hemen Beyrut’a sevk edildi.
Lübnan’ın en meşhur doktorları, Amerikalı bir tıp ekibiyle birlikte odada toplandı.
Fakat kızın başındaki delik çok büyüktü, kanama her geçen dakika artıyordu. Tüm çabalar tükendi ve umutlar sönmeye başladı.
Ve o anda, Hristiyan olan kızın annesi çaresizlik içinde haykırıyordu:
“Neredesin ey Muhammed? Neredesin ey Müslümanların peygamberi dedikleri kişi!
Gel de ümmetinin kızıma ne yaptığını gör! Senin ümmetin, senin doğum gününü kutlarken benim kızımı öldürdü!”
Kızın annesinin gözyaşları dinmiyor, feryadı hastanenin duvarlarında ve koridorlarında yankılanıyordu.
Tam o sırada doktorlar kendi aralarında “Anneye söyleyelim; girsin, kızını son kez görsün ve kızına veda etsin” şeklinde bir karar aldılar ve gereğini yaptılar.
Bu söz annenin yüreğine bir hançer gibi saplandı. Bacakları titredi, ayakları bedenini taşıyamaz oldu ve olduğu yere yığıldı. Sonra zorlukla ayağa kalktı ve ağır adımlarla, ömrünün en zor anlarına doğru yürüdü.
Titreyen elleriyle kapıyı açtı…
Ve işte o an. Evet, işte o an adeta zaman donmuş ve kızı gözlerinin önünde yatakta doğrulmuş, çığlık atıyordu:
“Anne kapıyı kapat! Anne kapıyı kapat. Çabuk anne! Çıkmasına izin verme! Anne, ne olur onu tut, gitmesine izin verme!” diyordu.
Anne donup kalmıştı.
Kızının ölüm döşeğinde olması gerekirken bu ne hâldi?
Neydi bu sözler? Kimden bahsediyordu? Bu nasıl bir mucizeydi?
Şaşkınlık içinde güçlükle sordu:
“Kızım, kimi tutayım? Kimden bahsediyorsun?”
Ve o cevap. O anda odadaki herkesi olduğu yerde donduran o söz:
“Anne! O, Muhammed’di. Allah’ın Resulü..
Odaya geldi, başımın üstüne elini koydu, yaram kapandı, kan durdu. Sen kapıyı açınca da çıktı gitti.”
Anne şaşkındı. Ne yapacağını bilemiyordu.
Bu sözleri duyan anne, gözyaşları içinde kalbine bir sıcaklık, bir ılıklık geldi ve şehadet getirerek İslam'la müşerref oldu.
Ardından oradaki herkes, Gattas ailesinin tamamı o gün Müslüman oldu.
Ayrıca olayın şahidi olan Amerikalı doktorların bulunduğu bir grup da İslam’ı kabul etti.
Hristiyan bir annenin “Ey Muhammed” feryadı boşta kalmadı; cevap, feryadın içinde gizliydi…
Lübnan’ın büyük bir kısmı bu olayı hâlâ hatırlar. (Halk arasında anlatılır.)
Arapçadan tercüme: Abdülhamid Doğan
**
Vesselam..