İktisada Giriş

İktisat, sözlükte tutumlu olmayı anlatır. İktisat etmek, para artırmak, tutumlu davranmak gibi kavramları içerir. Batı dillerindeki karşılığı ekonomidir.
Ekonomi, bir bilim dalıdır. İnsanların yaşayabilmek için üretme ve ürettiklerin bölüşme biçimlerini ve bu eylemlerden doğan toplumsal ilişkileri inceleyen bilimdir.
Başka bir tanımla ekonomi; insanların sınırsız ihtiyaçlarının sınırlı ve kıt kaynaklarla en iyi nasıl tatmin edileceğini inceleyen sosyal bir bilim dalıdır.
Ekonominin ilk basamağı üretimdir. Üretimin temelinde üç unsur vardır; Emek, doğal kaynaklar ve sermaye.
Normal bir ekonomik düzende üretimin karşısında mutlaka tüketim yer alır. Bir başka ifadeyle ekonomide arz kadar talep de önemlidir. Zaten arz ve talebin bir araya gelmesiyle piyasa oluşur. Bu konuda talep edilen miktar ile fiyat arasındaki ters yönlü bir ilişki vardır. Bir malın fiyatı arttıkça talep edilen miktar azalır, fiyat azaldıkça talep edilen miktar artar.
İnsanlığın başlangıcından beri tarım ve hayvancılığın var olabileceğini bilmekteyiz. Toplumda ihtiyaçların temin edilebilmesi için her fert, başkalarının ürettiklerine muhtaçtır. Onu temin edebilmek için takas ve tırampa yoluyla da olsa insanlar arasında ticaretin gerçekleşmiş olduğunu sosyologlar anlatmaktadır.
Devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte ekonomi de önem kazanmıştır. Verimli topraklara, değerli madenlere sahip olma, geniş ülkelere ve topluluklara hükmetme arzusu, peşinden daha çok zengin olma ve daha güçlü olma arzusunu getirmiştir. Bu ortamda nice derebeyler, sultanlar, krallar, imparatorlar ortaya çıkmış, ekonomik gücü elinde tutabilenler uzun ömürlü olabilmiştir.
Yöneticilerin, kralların arzularını frenleyen, halkın ihtiyaçlarına yönlendiren ve bir takım ahlaki kurallarla onları uyaran bilge kişiler, peygamberler gelmiş ama ara uzadıkça çıkarlar ve kaprisler ön plana çıkmıştır.
Sanayi devriminden sonra insan, makinenin emrine girmiştir. İşgücünün işverene maliyeti ve getirisi hesaplanma başlanmıştır. Bu dönemde insan ‘ekonomik insan’ olarak görülmüştür. Toplumda patronlar ve işçiler olmak üzere ekonomik sınıflaşma artmıştır. Hür teşebbüsün hüküm sürdüğü ülkelerde zenginlik tarımdan sanayiye kaymıştır.
Ticaret ve sanayideki bu gelişme, sermaye birikimlerinin arttığı ve yeni yatırımlar için güçlü zenginlerin ortaya çıktığı bir devrin kapısını açar.
Bu dönemde İslam dünyasıi geleneksel yöntemlerle tarım ve el sanatları dönemini yaşamaktaydı. Batıdaki sanayileşme işçi-işveren kavgalarının ayak seslerinden uzaktı.
Avrupa’da sanayileşmeye paralel olarak sermaye sahiplerine daha çok fırsat ve imkan sağlanması gerektiği fikri ağırlık kazanmaya başladı. ‘Laissez-faire’ ‘Bırakın yapsın’ sloganı bu dönemde revaç gördü. Burada esas olan, ekonomiye devletin müdahale olabildiğince engel olmaktı.
Bu görüşlerin uygulanması ile devlet yönetiminde kapitalist sistem devreye girmiş oldu. Kapitalist ekonominin en temel kurumu bankadır. Banka kredisi, özel teşebbüste o kadar önemlidir ki bütün para transferleri de oradan geçer.
John Maynard Keynes (1883-1946) İngiliz ekonomist Adam Smith (1723-1790) kapitalizmin öncüsü sayılan liberalizmde toplumsal çıkarın bireysel çıkarları kayıtsız ve şartsız olarak serbest bırakılmasıyla gerçekleşebileceğini ileri sürerek liberal görüşün öncülüğünü yapmıştı.
Kapitalizmde üretim araçları, özel mülkiyetin elindedir. Kapitalist toplumlar da sermayedarlar ve işçi sınıfı karşılıklı örgütlenmişlerdir. Ama güç, sermaye sahiplerinin denetimindedir.
Kapitalizmin parlak çağında ortaya çıkan İngiliz ekonomist David Ricardo (1772-1823) emek - değer kuralını ortaya atmış, ücretle kârın ters orantılı olduğunu savunmuş, kâr haddinin azalma eğiliminde olduğunu ta o zaman fark etmiştir.
Merkantilistlerin ekonomide ulusalcı ve devletçi görüşleri, ihracata ağırlık verip ithalatı kısıtlamaları kapitalistleri zaman zaman zora sokmuşturç
Bu dönemde John Maynord Keynes (1883-1946) ekonomik bunalımların ve gittikçe genelleşen işsizliğin kapitalizmi temelinden sarsmaya başladığını fark etmiş ve bir takım enflasyonist operasyonlarla ve kredilerin faiz fiyatını düşürme yoluyla sermayenin verimliliğinin artırılmasını önermiştir.
Kapitalizmin temel unsuru faizdir. En önemli kurum ise bankadır. servet yığılımını sağlamak, sermaye birikimi artırabilmek, kapitalist yapıyı ayakta tutabilmek için faiz oranlarıyla ekonomiye yön vermeye çabalar. Keynes’e göre pa arzı ve para talebi birlikte faiz oranını belirler. Bunu genellikle Merkez Bankası eliyle yapar.
Sosyalizm, Alman Bilim adamları Karl Mark (1818-1883) ve Friedich Engels (1820-1895)in teorilerine dayanır. Onlara göre üretim düzeni, kapitalistin kâr etmesi için değil, insanların ihtiyaçlarının giderilmesi için planlarına yani üretim, kapitalistin geleceğine değil, insanlığın geleceğine yönelir. Onlara göre savaşlar, israflar ve her türlü kötülük böylelikle ortadan kalkar.
Kominizm, Lenin ve Stalin döneminde Sovyetler Birliğinde ihtilalle devlet yönetimine hakim olabilmiştir. Ancak bu teori, uygulamada bekklenen sonucu vermemiş, bir yönetici oligarşisi ortaya çıkmış, zulüm ve adaletsizlik yaygınlaşmıştır.
Sosyalizmin katı uygulaması olarak görülen komünizmde servete ve serbest teşebbüse hiç yer verilmemiştir. Sermaye üretim ve bölüşüm devletin tekelindedir. Hatta ülkede ne ve ne kadar üretileceğine de devlet karar verir. İşçi istihdamından ücretine kadar herşey devletin yetkisindedir.
Sosyalizm ve komünizm, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Çin’in de giderek liberalleşmesiyle popülaritesini kaybetti. Bunun sonucu kapitalizm, değişik uygulamalarıyla dünyanın tek ekonomik modeli haline geldi. Bu defa silahça üstün, ekonomisi güçlü ülkeler, geri kalmış veya askeri gücü yetersiz olanları ezmeye, faizli borç vererek kıpırdayamaz hale getirmeye başladı.