İSKİLİP'İM VAR BENİM

20.5.1994 Tarihli İskilip'in Sesi Gazetesi’nde:
Kanara'ya geldiğinde
Kalesini gördüğünde
Düz kayanın eteğinde
İskilip'im var benim
diye ilk dörtlüğü başlayan şiirim yayınlanmıştı.
O zamanlar, İskilip'i gazeteden takip ediyorduk. Aradan çok zaman geçti. Şimdi ise internetteki sitelerden İskilip'i izliyor, bilgileniyoruz.
Bu yazı ile yaşadığım, şahidi olduğum bir takım bilgileri hemşerilerim ile paylaşıp kanaatimi iletmek istedim.
Aslında bir çok şeyi bizzat yaşayanların, canlı tarih konumunda olan insanların bilgilerinin hatırat haline, röportaj haline getirilerek yeni nesillere aktarılmasında büyük fayda var. Bilgiler kaydedilirse kaybolmaz.
Yaşanılan birçok hadise yıllar sonra okuyuculara aktarıldığında tarihe şahitlik açısından büyük bir anlam ifade etmektedir.
İskilip’te pirinç pazarında kasaplar haline girerken köşe başında şimdiki Kasap Ahmet’in dükkanının bulunduğu yerde SEFER GÜLER'in kuru üzüm - incir satılan dükkanı vardı. Sefer Güler benim eniştemdi.
1963’lü yıllarda ikinde ezanı vakti yaklaşırken bu dükkanda pompalı gaz ocağı yakılır, üzerinde Filiz çayından yapılan çay kaynatılmaya başlanırdı.
O zamanlar teneke kutuda satılan Filiz çayı en nefis çaydı. Burcu burcu kokardı.
Namaz çıkışı; çarşı camisi imamı olan İsmet Hafız, Borucu namı ile anılan Avukat vekilliği de yapan kişi, şu anda ismini hatırlayamadığım İskilip'in eşrafından kişiler, eniştem ve oğlu Hüseyin Güler, babam ve tabi ki bende dükkana gelirdim. Benim dükkana gelmemde asıl gayem mis gibi kokan Filiz çayından içmekti.
Dükkanın baş köşesinde İsmet Hafız ile Borucu oturur, diğerleride daha alçak olan hasır iskemlelere otururdu.
Gelenlerin önüne baskısız gazete kağıdı üzerinde kuru üzüm - incir konur, çay demlenince çay servisi yapılırdı. Çayın şekeri çekiç ile kırılan kesme şekerdi.
Günün mevzusunu İsmet Hafız veya Borucu açardı. Diğerleride onları dinler lafa karışmazlardı. Monoluğa eşraftan bazılarıda fazla konuşmadan birkaç cümle ile katılırlardı.
Sohbet bitiminde dükkandan en önce İsmet Hafız ile Borucu çıkar, onlardan sonra diğerleri dükkandan ayrılırdı.
Büyüğe, bilene saygı ve hürmet vardı.
Orda bulunanların çoğu yaş olarak akran veya çok yakın yaşta olmasına rağmen konuşmacının lafını kesmez, laflarına karışmaz, orada sigara içilmez, ayak ayak üstüne atılmazdı.
İskilip'e gidip o dükkanın önünden geçtiğimde o günleri hatırlar, birde bugün ki babanın evladını karşısına alıp konuşamaz durumda kaldığını düşünerek iç geçiririm.