Kaçınılamaz durumlarda haramdan gözü sakınmak

Soru
Dinini öğrenmeye ve uygulamaya çalışan üniversite öğrencisi bir gencim.
Bu noktada bazı meselelerin fıkhî yönü kafama takıldı ve maalesef ulaşabildiğim kaynaklarda tam anlamıyla bir cevap bulamadım. Hatta Müslüman toplulukta bu noktada aklı karışık birçok insanla da karşılaştım, sorular hakkında yardımcı olabilir veya öneride bulunabilirseniz çok memnun olurum.
Sorularımın temel noktasını erkeklere bakışlarını alçaltması emredilirken ne kastedildiği oluşturuyor:
- Bu emirle sadece cinsel arzuyla bakmayalım mı diyoruz yoksa bir kadın tesettüre uymuyorsa örneğin sadece başı açıksa bile cinsel arzu olsun olmasın ona bakmak haramdır mı diyoruz?
-Kalan tüm sorularım bu temel soru üzerinden devamediyor. Burada âlimlerimiz arasında bir ihtilaf mevcut mu, kadıntesettürlü olmasa da şehvetsiz bakıldıkça caiz gören görüşler de var mı? Yok, tesettürlü olmayanlara cinsel arzuyla olmasa da bakmak haramdır diyorsak günümüz hayatında nasıl bir pratik yaklaşım geliştirmeliyiz. Çünkü dışarı çıktığımızda bu insanları göreceğimiz şartlarda yaşıyoruz.
-Film ve dizilerin çoğunluğunda oyuncuların tesettüre uymadığını düşünürsek Müslüman bir erkek izleyemez mi demeliyiz?
-Kütüphane, lokanta gibi alanlarda oturuyoruz ve yine bu insanlarla beraberiz bu konuda fıkhen ne demeliyiz buraları kullanmamalı mıyız?
-Sahiller, halka açık plajlar veya karma spor salonları kullanım hususunda yine fıkhen bakış açımız nasıl olmalı?
-Tesettür İslâmî anlamda ideal olabilir ama bu anlamda maalesef ideal olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Bu sebeple bütün bu sorulara nasıl bir bakış açısı veya kuralla yaklaşmalıyız. Çünkü tamamen haram sayarsak sanırım mecbur olmadıkça evden çıkmamamız gerektiğine kadar iddia edilebilir.
-Haram ama zaruret veya ihtiyaç kavramlarıyla bir kısmının içinden çıkmaya çalışıyorsak bu kavramların içine neyin gireceğini nasıl anlamalıyız? Bütün bu senaryolar için pratik bir yaklaşım sağlamamız mümkün mü bu noktada vesveseye de düşmeden nasıl hareket etmeliyiz?
Cevap
İslâm’ı yaşamaya, hayatınızın bütününde uygulamaya gayret etmeniz tebrike şâyân bir niyet ve davranış. Allah cümlemizi muvaffak kılsın.
Sorularınıza cevap vermeden önce bir de şunu hatırlatmam gerekiyor:
Karşı cinse bakmakla ilgili sınırlamalar yalnızca erkeklere yönelik değildir. Nur suresindeki ilgili âyetler (24/30-31) hem erkeklerin hem de kadınların iffetlerini korumalarını, karşı cinse bakma konusunda tedbirli davranmalarını emrediyor.
Aşağıda başkalarını da zikredeceğim bir fıkıh kuralı var: “Bir iş daralırsa genişlik gelir”; yani Müslümanın hayatı zorluk ve meşakkat içinde, cemiyetin dışına çıkarak ‘bir lokma bir hırka’ ile yaşamak şeklinde geçecek değildir; böyle bir mecburiyet yoktur; ferdin ve toplumun hayatında daralmalar, zorluklar, darboğazlar oluşunca şeriatta kolaylaştırıcı hükümler devreye girer ve hayat devam eder, ayrıca normalleşme için çaba gösterilir...
Bizim ülkemizi ve benzerlerini misal olarak alırsak hemen her yerde erkekleri de, kadınları da cinsel bakımdan tahrik edebilecek manzaralarla karşılaşmak olağandır ve bunun önüne geçmek de mümkün değildir. İşte bu bir genel durum ve çare bakımından daralmadır, fıkıh diliyle “umûmu’l-belvâ”dır, yaygın ve kaçınılamaz bir durumudur. Bu durumda Müslüman, fert ve cemiyet hayatının gerekli kıldığı her yerde olacak, meşru ve helal olmayan durumlardan elinden geldiğince sakınacaktır. Sakınmak için dağlara çıkmayacak, toplum içinde olacak, nefis terbiyesi ve cihadı ile günaha girmemeye, karınca kararınca toplumu da ıslaha çalışacaktır.
Mesela filim ve dizileri seyretmesi gereken Müslüman, gerektiren sebep ne ise onun için seyreder, maksadını öne alarak izler, maksadı dışındaki görüntülere odaklanmaz, onlar geldikçe gözünü başka bir kareye kaydırır.
Kuralın uygulama alanları farklı olmakla beraber bugünkü durumumuza da ışık tutan ve çözüm sunan eski örnekler, tanımlama ve çözümler, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “umûmü’l-belvâ” maddesinde ve Kuveyt Fıkıh Ansiklopedisi’nde tatmin edici ölçüde vardır.
Umûmü’l-belvâ, çokça karşılaşıldığı ve toplumda yaygınlaştığı için mükelleflerin kaçınmasının hayli zor olduğu hadise, olay ve durumları ifade eder. Terimin kapsamında yer alan hususları anlatmak üzere genel zaruret, halkın genel ihtiyacı gibi sözler de kullanılır. Belvâ ile zaruret arasında çok yakın bir ilgi vardır; bazen belvâ, bazen de zaruret fıkıhta aynı hükmün delili olarak gösterilir. Belvâ, yaygınlığından dolayı kendisinden kaçınma imkânı güçleşen ve ihtiyaçtan doğan bir çeşit zaruret şeklinde de görülebilir. Dolayısıyla umûmü’l-belvânın varlığının tespitinde ihtiyaç veya zaruret hâli, bu hâlin yaygınlığı ve çokça tekerrür etmesi aranır.
Umûmü’l-belvâ hafifletici sebeplerdendir. Dinî hükümlerle insanlara meşakkat vermenin değil onlara hayatı kolaylaştırmanın hedef alındığını belirten ve kolaylaştırmayı teşvik eden âyetleri (el-Bakara 2/185; el-Hac 22/78) ve hadisleri (el-Muvatta, “Hüsnü’l-huluk”, 1; Müsned, III, 131; V, 266; VI, 85; Buhârî, “İlim”, 3; Müslim, “Cihâd”, 3) dikkate alan fakihler umûmü’l-belvâyı da bir hafifletme sebebi kabul etmiştir. Hz. Peygamber kedi hakkında, “O necis değildir, o etrafınızda dolaşan hayvanlardandır” diyerek (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 38; Tirmizî, “Tahâret”, 69) eti yenmeyen ve salyası necis olan kediyi, insanlarla devamlı bir arada bulunması ve ondan sakınmanın güçlüğü dolayısıyla necis hayvanlarla ilgili genel hükümden istisna etmiş, bu husus fakihlerce umûmü’l-belvânın bir örneği sayılmıştır. Elbisedeki haşarat ve sinek kanı gibi az miktarda necâsetin varlığı, hayvan atıklarının karıştığı tozlu topraklı yolda elbiseye çamur bulaşması veya su sıçraması gibi kaçınılması güç durumların namaza engel teşkil etmemesi bunun örneklerindendir. Suyu necis olmuş kuyuların veya havuzların, içine düşen pisliğin durumuna göre sularından bir miktarı boşaltılınca temiz sayılması umûmü’l-belvâ dolayısıyladır.
Kaynaklarda umûmü’l-belvâya daha çok temizlikle ilgili örnekler verilirse de benzer şekilde oruçlunun yolda yuttuğu toz toprağın orucu bozmaması, teâti yoluyla alışverişin cevazı, meyvelerin henüz olgunlaşmadan satılabilmesi, müçtehitler azalınca kadılıkta içtihat şartının aranmaması gibi alanlardan da örnekleri bulunur.
Umûmü’l-belvâya dayanarak câiz görülen çağdaş meseleler için namaz vakitlerinin belirlenmesinde takvime başvurulması, ezan okumada ses yükseltici kullanılması, Mescid-i Harâm’da üst katlarda tavaf yapılması, oruç ve hacda kolaylık amacıyla kadınların hayızı geciktirici ilâç kullanması, paketlenmiş hazır yiyeceklerin görülmeden satın alınması, telefon gibi iletişim vasıtalarıyla veya internet üzerinden alışveriş yapılması, organ nakli, davalarda parmak izi ve imza gibi karînelere dayanarak hüküm verilmesi gibi örnekler zikredilmiştir.
Özetlediğim TDV maddesinde “bu kuralın uygulama sahası içtihada dayalı hükümlerdir, hakkında nas (âyet, hadis) olan konularda uygulanamaz” deniyor. Bu görüşe katılmamız mümkün değildir. Örneklerin çoğunda nas bulunduğu halde zaruret ve umûmî belvâ kuralı uygulanmıştır. Birini hatırlatalım: Nur suresindeki âyet, nikâhsız bir kimsenin karşı cinsin avret yerlerine bakmasını yasaklıyor; doğum, tedavi, gerekli kontrol, dini hükümlere riayet etmeyenlerle edenlerin karışık yaşamak durumunda oldukları toplumlarda maksat dışı göze çarpmalar… nas bulunduğu halde adı geçen kuralın uygulandığına örneklerdir.
Âlimlerin Sultanı diye anılan büyük Şâfiî fakih İzzüddin b. Abdisselam (v. 660/1262), Kavâ’idu’l-Ahkâm isimli eserinin “Ivazlı akitlerle ilgili kaidelerin istisnaları” bahsinde şöyle diyor:
“Haram yeryüzüne öyle yayılsa ki, artık helâl bulunamaz hale gelse, ihtiyaç kadar haramı kullanmak, bundan faydalanmak caiz olur. Bu durumda haramdan faydalanmak, zarûret hallerine bağlı değildir; çünkü haramdan faydalanmak zarûrete bağlı kılınırsa giderek Müslümanlar zayıflar, düşmanlar İslâm topraklarını istilâ ederler, insanlar, âmme menfaatini ayakta tutan zanâat ve meslekleri yapamaz hale gelirler. Bu durumda haram maldan, ihtiyacın ötesinde -lüks ve refah seviyesinde- istifade edilemez, ama ihtiyaç kadar istifade edilebilir… Zarûret bir kimseyi, halkın malını gasp etmeye mecbur bıraksa onun için bu caiz olur; hatta açlık, soğuk, sıcak gibi bir sebeple öleceğinden korksa, bu ihtiyaçlarını karşılayacak malı gasp etmesi gerekli hale gelir. Bir kişiyi hayatta bırakmak için bu gerekli olursa, binlerce hayatı kurtarmak için gerekli olmaz mı? İçinde Allah’ın makbul kullarının da bulunması muhtemel olan toplumu ayakta tutmak, bir kişinin zarûretini gidermekten daha önemlidir ve ona tercih edilir… (Kavâ’du’l-Ahkâm, Mısır, 1934, c. II, s. 180-181).