‘Kendimi Cehennemde Bunu da Zebani Zannettim!’

Efendim can tatlı, canan tatlı. Bir yerimizde küçük bir ağrı olsa veya bir iğne batsa sanki tüm can oraya toplanmış gibi feryat ederiz. Bunda da galiba biraz haklıyız çünkü kurbanlık koçu kesmek için hazırlarken, ayaklarını bağlıyoruz, başını kapatıyoruz ama havyancağız yine de ölmemek için çırpınıyor, bir çıkış yolu arıyor. Doğal afetlerde ve özellikle doğal afetlerin % 70' ni oluşturan depremlerde korkuyla, panikle veya hiçbir şey yokken çok farklı olaylar yaşanabiliyor. Bu olayları sonra sağlam kafayla hatırladığımızda;  bazen gülüyor bazen ağlıyoruz bazen de başımızı avuçlarımızın arasına alıp kara kara düşünüyoruz… Bu bağlamda son yüzyılın en büyük afetlerinden olan ve binlerce vatandaşımızı toprağın kara bağrına alan Marmara depreminde onlarca farklı olayların yaşandığına ya bizzat şahit olduk veya medya vasıtası ile öğrendik. Bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. 17 ağustos felaketini unutturmamak adına…
Marmara depremi tüm Türkiye'yi yasa boğduğu gibi dünya devletleri üzerinde de büyük tesir uyandırmış ve bu bağlamda 85 farklı ülkeden 100 küsur kurtarma ekibi bölgeye gelmişti. Dini, dili, teni farklı olan bu ekiplerle afetzede vatandaşlar arasında ilginç olaylar yaşanmıştı. Bunlardan bir tanesi de depremin kendini en fazla hissettirdiği ve deprem sonrası satılan ilaçların  % 50 'sinin depresyon ilacı olduğunun ifade edildiği Sakarya İlimizde yaşanmıştı. Buyurun gülerken düşünmeye.


Binlerce Sakaryalı gibi bu yaşlı teyze de enkazın altında kalmış ve depremin ilk saatlerinde elinden geldiği kadar imdat çığlıkları atmış ama sesini kimseye duyuramamıştı. Saatler geçtikten sonra bu evde yaşlı bir teyzenin yaşadığı ve enkazın altında kaldığı haberi yetkililere ulaştırılınca oraya zenci ekipten bir kişi görevlendirilmişti. Ekip personeli sınırlı ama kurtarılacak afetzede sayısı sınırsızdı. Bu nedenle duruma göre ekipler bölünüp birer ikişer çalışmak zorunda kalıyordu. Büyük uğraşı sonucu zenci ekip teyzeye ulaştı. Ulaştı ulaşmasına ama diyalog kurmak mümkün değil. Çünkü teyze; eline geçirdiği taş, kiremit, toprak ne bulursa kurtarma görevlisin üzerine atıyor. Atacak bir şey bulamayınca kendisini enkazdan çıkarmak amacıyla elini uzatan zenci ekip görevlisini kendine yaklaştırmamak için el kol hareketi yapıyor. Bu da yetmiyor başlıyor tükürmeye… 


Zenci ekip başı ilkönce ''herhalde yerinden çok memnun ki çıkmak istemiyor'' diye düşünüyor. Daha bu işte bir iş var böyle olmaması lazım deyip yan binalarda kurtarma çalışması yapan, Türk ekibine durumu anlatıyor. Türk ekibinden bir görevli geliyor ve enkaz altındaki teyzenin yanına yaklaşıyor. Bakıyor teyzenin aklı başında. Enkaz altında kalmış ama çok zarar görmemiş. ''Teyze uzat elini, seni buradan çıkarayım'' diyor. Teyzemiz hemen uzatınca çekip çıkarıyor. Türk kurtarmacı teyzeye; ''Teyze bu adama niye bu kadar eziyet ettin. Bak dünyanın ta neresinden seni kurtarmak için buraya gelmiş'' deyince; ''AH YAVRUM, ÇEKTİĞİMİ BİR BİLSEYDİN. BEN KENDİMİ ÖLMÜŞ VE CEHENNEME GİTMİŞ SANDIM.  BUNU DA ZEBANİ ZANNETTİYDİM!'' diye teyze cevap veriyor.


''Koyunu güden kurdu görür''  hesabı topraklarının % 99 'u deprem bölgesi olan ülkemizde bizlerde depremlerin olduğunu zaman zaman göreceğiz veya bizzat yaşamak durumunda kalacağız. Bu sebeple, depremlerin afet yönünü değil de, afiyet yönünü görmek istiyorsak, ki bunu hepimiz istediğimizi söylüyoruz. O halde; depremlerin en çok yaşandığı ama acının aynı oranda yaşanmadığı Japonya misali, topyekün olarak  ''toplumda temel afet bilincinin''  oluşması için köylümüze, şehirlimize, işçimize, ustamıza, mühendisimize, mimarımıza, memurumuza, amirimize… Vesselam hepimize görev düşmektedir. Kim için derseniz. Elbette hepimiz için…
İster sağa bak istersen sola / Her tarafta aynı manzara
Bırak seni beni / Buyurun memleket için bir olmaya