Kitap ve Yazar İlişkisi

Bir şeyler yazmak için önce okumak, hem de çok kitap okumak gerekir. Anadan, babadan duyduklarınla, gazete ve televizyonlardan aldıklarınla yazmaya kalkışısrsan bu bir atımlık barut olur. Gerisi gelmez.
İlmin temelinde okumak ve yazmak var. İlmin kaybolmaması için yazıya dökülmesi yani kayıt altına alınması gerekir. Zira dil sözü kulaklara, yazı ise uzaklara ulaştırır.
Yazar olmak ise birikim ister. Önce çok okumak, düşünerek okumak gerekir. Bildiklerini ehil kişilerle tartışmak, onların yorumlarını almak gerekir. Sonra düşünceleri dergi ve gazetelerde okurlarla paylaşmak scap eder. Bu, kişiliğinin gelişmesinde önemli rol oynar.
Unutmamak gerekirki ne kadar çok yazarsanız kaleminiz o kadar işlek olur. Güzel yazmak için çok okumanın yanı sıra iyi düşünmek de şart. Bir eser, belki bir kaç ayda yazılabilir. Ama onun belki bir kaç yıllık, belki de bir ömür süren doğum süreci vardır. S.Johnsın, ‘Bir kirap yazmak için yarım kitaplık dolusu kitap okumak gerek’ diyor. Çok haklı. Okumadan hem de çok okumadan yazar olmak mümkün değil.
Yazar, devrinin deniz feneri gibidir. Topluma yön ve yol gösterir. Yazılarıyla okuyucuya yeni ufuklar açar. Onun bilim ve düşünce düzeyini yükseltir. Bunu yapabilirse yazardır. Yoksa basit bir katipden öteye gidemez.
Yazarlar, bazen hayatında tanınır. Ondan yararlananlar olur. Emerson: ‘Bir kimse iyi kitap yazarsa, iyi ve faydalı şeyler söylerse, evini ormanda ağaçların arasında bile kursa aranıp bulurlar’ diyor. Bunun örneklerine rastlamak mümkün.
Yazmak ve eser bırakmak, aslında öldükten sonra da ömür sürmektir. Bakınız Hz. Ali ne güzel söylüyor: ‘Öldükten sonra da yaşamak isterseniz, ölmez bir eser bırakınız’ Her halde yazar olmak bu, en önemli gerekçe olmalıdır.
Kitaplar, yazarların ürünüdür. Yazar yetişmezse kitaplar ortaya çıkamaz. Fikir dünyası çöle döner.
Kitaplar olmasaydı Sokrat’ı, Eflatun’u, Aristo’yu bilebilir miydiler? Homeros’un İlyada ve Odissa destanlarından haberdar olabilir miydik? Farabi’yi, Kindi’yi, İbni Sina’yı okuyabilir miydik? Konfüçyüs’ü, Buda’yı tanıyabilirmiydik?
İnsanoğluna ilahi mesajları getiren mukaddes kitaplar olmasa doğru yolu bulabilir miydik? Allah’ın emir ve yasaklarını bilip o doğrultuda yaşayabilir miydik?
Bilgi birkimimizin, hayal dünyamızın, geleceğimizle ilgili planlarımızın temelinde kitap vardır. Cemil Meriç’in tanımıyla güneş dünyamızı, kitap da insanları aydınlatır.
Kitap, bilgi kaynağımızdır, dostumuz ve sırdaşımızdır. Dert ortağımızdır. Konuyu her yönüyle ele alan ünlü şair Cahız, konuyu şöyle özetliyor:
‘Kitap; sustuğumuz zaman sessiz, konuştuğumuz zaman konuşkandır. Meşguliyetimiz varken sohbete başlamayan, çalışma anında sizi yalnız bırakan, kendisi için süslenip giyinme ve utanıp sıkılma külfetine sokmayan bir gece misafiri gibidir. Yüzümüze karşı dalkavukluk etmeyen bir arkadaş, azdırıp saptırmayan bir dosttur. İki yüzlülük yapmayan, yüzünüze karşı yalan söyleyip ardınızdan dolap çevirmeyen güvenilir bir yoldaştır. Onlara yaklaşırsanız uyumadıklarını görürsünüz. Birşey sorduğunuzda sizden asla gizlemezler. Eğer bir şey bilmezseniz, size anlatırlar ama asla alay etmezler.’
Kitaplar sizleri yazara götürür, onunla konuşmanı, fikir alış-verişinde bulunmanı sağlar. İnsan olan kitabı sever, onunla dost olur. Kitaba düşmanlık, düşünceye ve medeniyete düşmanlıktır. Heinrich Mann ‘Kitapların yakıldığı yerde az sonra insanlar da yakılır.’ diyor. Amerikan işgalinde Bağdat’tan yükselen dumanlar, bunun en canlı şahitleridir.
Kitap sevgisi, bambaşka bir şeydir. Onu, tatmayanlara anlatmak zordur.
Konuyu Çinli bilge insan Konfüçyüs’ün duasıyla bitirelim: ‘Allah’ım bana hayatım da kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe ver.’