Bir önceki yazımızda İbn Abbas’tan naklen, Muaz b. Cebel den rivayet edilen, Muhiddin Arabi’nin Şereretü'l-Kevnin de de yer alan şeytanın tuzakları ile ilgili hadisin bir kısmını paylaşmıştım. Devamı ise şöyle;
Resulüllah ashabı hakkında ona bazı sorular sorarak: «Ebû Bekir için ne dersin?...» İblis: “O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder? ”«Peki Ömer b. Hattab için ne dersin?...»İblis: “Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım” «Peki, Osman b. Affan için ne dersin?» “Ondan utanırım... Hem de çok... Nasıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan utanırlar.” «Peki, Ali b. Ebu Talip için ne dersin?» İblis: “O, kendi başına kalsa, ben kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... Ben de onu bıraksam; ama o beni bırakmaz” Daha sonra Resulüllah şöyle uyurdu: «Ümmetime saadet ihsan eden, seni de tâ, belli bir vakte kadar şâki kılan Allah'a hamd olsun.» lâin şeytan ise şöyle dedi: “Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl emin olabilirsin? Ben onların kan mecralarına girerim. Ama onlar benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki, onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini, ümmîlerini ve okumuşlarını... Fâcirlerini ve âbidlerini... Hâsılı, bunların hiç biri elimden kurtulamaz. Fakat... Allah'ın hâlis kullarını... Evet, bunları azdıramam. Bunun üzerine Resulüllah sordu: «Sana göre ihlâs sahibi muhlis kullar kimlerdir?» Bu suale iblis şu cevabı verdi: “Bilmez misin ya Muhammed? Bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O, Allah için bir ihlâsa sahip değildir. Bir kimseyi görsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz... Bilirim ki o ihlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misiniz ki; ya Muhammed, baş olma sevgisi büyük günahların en büyükleri arasındadır”
İblis anlatmaya devam etti: “Ben çocuklarımın her birini, bir başka yere tayin etmişimdir. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını meşâyiha saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiç bir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince, onlarla da bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını âbidlerin bir kısmını da zâhidlerin üzerine saldım. Onlar bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Öyle bir hal alırlar ki başlarlar, sebeplerden herhangi birine kızmaya… İşte böylece onlardan ihlâsı alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti ihlâssız yaparlar... Ama bu hallerinin farkında olamazlar. ” İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi: “Bilmez misin ya Muhammed, Rahip Barsisî; tam yetmiş, yıl ihlâs ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihlâs edilmişti ki: Her dua ettiği hasta duası bereketiyle şifâyab oluyordu. Onun peşine takılıp hiç bırakmadım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre düştü. Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teâlâ, aziz kitabında, onu şöyle anlatır: «...Şeytanın hali gibidir ki; o insana: Kâfir ol... Dedi... Vaktaki o kâfir oldu; bu defa da ona şöyle dedi: Ben senden uzağım... Ben. Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.» (Haşr.16) Daha sonra, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse... O benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse O da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Âdem’e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. Çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir. Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da benim şenliğimdir… “ Her kim de talâk üzerine yemin ederse... İsterse bir defa olsun isterse doğru bir şey üzerine olsun, her kim talâkı ağzına alırsa, bu hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur…” “Ya Muhammed, namazlarını tehir edene gelince... Bir kul her ne zamanki namaza kalkmak ister; Ona vesvese veririm. Derim ki:“ Henüz vakit var. Sen de meşgulsün; hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın. Böylece o vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namazı yüzüne atılır. Şâyet başarılı olamazsam ona insan şeytanlarından birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O bunda da beni mağlup ederse... Bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken... “Sağa bak... Sola bak... Derim... O da bakar... Sen de bilirsin ki ya Muhammed! Her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa Allah onun namazını kabul etmez ve yüzüne atar. Bunda da ona mağlûp olursam... Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim ve ona: çabuk kılmasını emrederim. O da başlar namazını çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi. Böylece o beni tesbih edenlerden olur. Sabaha eriştiğimde askerlerimi etrafa göndererek onlara söyle derim: "Kim bir müslümanı haktan saptırırsa, ona taç giydiririm." Sonra askerlerimden biri gelir ve söyle der: "Ben, birisine musallat olarak karısını boşayıncaya kadar yanından ayrılmadan çalıştım." Bunun üzerine: "Mümkündür ki, o tekrar evlensin." Diğer biri gelir ve söyle der: "Bu gün birisini ana ve babasına isyan ettirinceye kadar başından ayrılmadan uğraştım." "Umulur ki, o kimse onlara iyilik yapsın da iyilerden olsun" derim. Başka birisi gelir ve söyle der: "Ben, bir insanı Allah'a sirk koşuncaya kadar saptırmaya devam ettim." Bunun üzerine ona" İşte aradığım sensin" der ve tacı ona giydiririm. Şeytanın ve şeytanın kontrolü altına aldığı insanların her türlü şerlerinden Rabbimize sığınırız. İnşallah hadisin yorumuna ve konu ile ilgili diğer hadislere bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.