MOLA BİTTİ, EĞİTİM-ÖĞRETİM ZAMANI - 3

Yazımızın bu son bölümünde öğretmen yetiştirme serüvenimize göz atacağız.
İslami kimlik ve gelenekte ilk muallim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v). Zira bir hadisi’nde “Ben, ancak ve ancak muallim olarak gönderildim.” (İbn Mace, “Mukaddime”, 17) buyurur.
Ecdadımız Osmanlı döneminde örgün eğitim kurumlarında öğretmenlik mesleğinin ilk karşılığı, sıbyan mekteplerinde muallimler, medreselerde müderrisler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de modern anlamda öğretmenlik 1848’de Darülmuallimîn’in kurulmasıyla başlar. Tanzimat dönemi.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulus-devlet ihtiyacına uygun öğretmen yetiştirmeye dair bazı adımlar atıldı. Önce 1926’da Köy Muallim Mektepleri açıldı.
1936’da Köy Eğitmeni projesi benimsendi, iki sene sonra Köy Öğretmen Okuluna dönüştürüldü ve ardından da 1940’ta Köy Enstitüsü modelinde karar kılındı.
1953'te Köy Enstitüleri kapatılarak, bu enstitülerle altı yıllık Öğretmen Okulları İlköğretmen Okulları adı altında birleştirildi. Daha sonra ilköğretmen okullarının süresi, ilkokul üzerine yedi yıl, ortaokul üzerine dört yıl olmak üzere yedi yıla çıkarıldı. Öğretmen yetiştiren kurumlar artık öğrencilerini lise düzeyindeki kurumlardan almaya başladılar. Bunların içinde 2014 yılına kadar Anadolu Öğretmen Lisesi adını alan okulun önemli bir payı vardır.
1957’de yedek subay öğretmen uygulamasıyla ordu imdada yetişti. 1970’lerdeki iç savaş ortamında uzaktan, yaz kurslarıyla hatta mektupla öğretmen yetiştirme denemelerine girişildi.
1975–1976 yıllarında yükseköğretim kurumlarındaki ideolojik ayrışmalardan kaynaklanan şiddetli çatışmalar nedeniyle öğrenimlerine devam edemeyen öğrenciler, 1977-1979 yıllarında “hızlandırılmış programlarla” eğitim görmüşler. O dönemin mevcut koşullarında 3-4 yılda yetiştirilen öğretmenler 3 ay gibi kısa sürede herhangi bir uygulama yaptırılmaksızın yetiştirildi.
Yüksek Öğretmen Okulları, 1982 yılında 2547 sayılı kanunla Eğitim Fakültelerine dönüştürülmüş ve üniversite çatısı altına alınmış. Tüm seviyelerdeki öğretmenlerin en az lisans öğrenimi görmelerine imkan sağlayan iki yıllık eğitim yüksek okullarının öğrenim süresi, 1989-90 öğretim yılından itibaren 4 yıla çıkarılması sonucu sınıf öğretmeni açığı oluşmuştur. MEB bu açığı kapatmak için, 1996-1997 eğitim öğretim yılında ziraat mühendisliği, veterinerlik, işletme vb. bölümlerden mezun olan 30 bin civarında üniversite mezununu hiçbir sınava veya formasyon eğitimine tabi tutmadan sınıf öğretmeni olarak istihdam etmiştir.
Köy öğretmen okulları, İlköğretmen okulu, yüksek öğretmen okulu, meslek liselerine öğretmen yetiştirme uygulamaları gibi onlarca farklı alanda öğretmen yetiştirme uygulaması tek bir kaynağa indirgendi ve eğitim fakültesi çatısı altında toplandı. (Bkz.ttps:// www.ebs.org.tr/storage/publication/rOIlqialIuByq0n18uNCUIHzxKdsAWvtHQoROKNU.pdf, http://www.jret.org/FileUpload/ks281142/File/10.necmi_gokyer.pdf)
Son senelerde uygulanan öğretmenlik değil de bölüm niteliğindeki Fakültelerin mezuniyet sonrası öğrencilerine Pedagojik Formasyon eğitimi ile öğretmenlik hakkı verilmesi tartışılmaktadır.
Tartışmaya su soru ile girilmektedir?
Formasyonu ne için verilir?
El-cevap: Karşılanamayan öğretmen ihtiyacını sağlayacak kalifiye eleman yetiştirebilmek için.
Peki, bu ülkenin karşılanamayan öğretmen ihtiyacı var mı?
Özel eğitim öğretmenliği..
Ama bu alanın da bölümü yok.
Ancak edebiyat, fizik, biyoloji, kimya, coğrafya, tarih, matematik... fark edilirse hep fen edebiyat bölümleri yani formasyon dağıtan bölümler.
Fen-Edebiyat bölümü öğrencilerinin öğretmen olarak değil bilim insanı olarak değerlendirilmesi daha isabetli bir iştir..
Buraya kadar durum tespiti yaptık. Şimdi hem kendimizin hem de diğer ehl-i ilmin öneri ve yorumlarını kısaca dile getiriyoruz.
Açıkçası Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde daha önceki dönemlerden daha fazla idealist öğretmenlere ihtiyaç vardır.
Liseyi bitiren genç, isteyerek ve nitelikli öğretmen olma hevesi ile okuluna gelmeli, üstün bir hizmet aşkıyla donanarak ve çağın gerektiği bilgileri yüklenerek mezun olmalı, yetiş/tiril/melidir. Pedagojik formasyon, üniversite eğitimi tamamlandıktan sonra verilen bir eğitim olmaktan acilen çıkartılmalıdır. Formasyon eğitimi, yalnızca bir belge olarak değil, üniversite eğitiminin tamamına yayılmış bir uygulamaya dönüştürülmelidir.
Eğitim-öğretim, vasıflı veli, öğrenci, öğretmen bileşenleriyle ulaşılan bir süreçtir. Ne yazık ki işleyen bir mekanizma illaki pürüzler çıkaracaktır.
Eğitimin sürekli sorunlar üretmesini menfi bir durum olarak görmemek gerekir. Zira iş yapan, işleyen, dinamik bir yapıda sürekli sorunlar olabilir ve bu toplum ve bireyler için anlamlı ve faydalıdır.
“İki günü bir olan aldanmıştır” buyrulur. Ne kadar veciz bir ifade. Bu gün, dünün aynısıdır denebilir mi?
Bilimin, fennin, teknolojinin, modanın, modelin hızına erişebiliyor muyuz?
Eğitim-öğretim bu hıza uygun olarak çıkan sorunlar karşısında kendini sürekli yenilemek/güncellemek zorundadır.
Zira “dünün güneşiyle bu günün çamaşırı kurutulmaz.”
Asıl sermayemiz, doğal varlıklarımızdan çok, yetişmiş insan gücümüzdür. Savunma sanayiinde geldiğimiz gurur verici nokta, teknofestlere olan ilgi hal-i hazır canlı örneklerdir.
İnanıyoruz ki inancımızdan, değerlerimizden, kadim medeniyetimizden alacağımız güç ve ilhamla, sadece ülkemiz için değil, tüm insanlığa ışık tutacak yepyeni çalışmalara imza atabiliriz.
Geldiğimiz mevcut dünya konjonktüründe güçlünün sözü geçiyor.
Mazlumun hakkını savunmak için,
Mağdurun yanında durmak için,
Dünya Müslümanlarına kol-kanat germek için,
Her alanda güçlü olmak zorundayız.. Hem de çook..
NOT: Yoluna devam eden Küresel SUMUD FİLOSU’na selam yollayarak Soykırımcı İsrail’in katliamının eksilmeden sürmesini lanetliyor ve hatırlatıyoruz:
22 Eylül 2025 itibariyle orta doğudaki en büyük virüs İsrail mikrobunun zulmü üzerinden 75 yıl+716 gün geçti. Mazlumların dünyasında kıyametler koparken zalimlere gün yüzü gösterme ALLAHIM..
Amin.
Vesselam..