Nesil yetiştirmek

Aileyi anne-baba kurar, çocuklar şenlendirir. Her çocuğun dünyaya gelişinde aile ve akrabalar sevinir, mutluluk duyarlar. Herkes onların birer hayırlı evlat olması için dua eder. Yetiştirirken özen gösterilir. Anne-baba, kendileri yemezler onlara yedirirler. Kendileri yeni şeyler giymezler, onları yeni yeni giysilerle donatırlar. Hep hayırlı evlat olsunlar diye, mürüvvetlerini görelim diye...
Evlat, sadece aile içinde değil, o günün şartlarında bulunduğu mahalle ve toplumda, okulda sosyal çevrede yetişir. Kişiliği şekillenir.
Hiç bir anne doğurduğu çocuğun başına âmir kesilmesini beklemez. Evladından azar işitmeyi ya da sopa yemeyi hayal bile etmez. Hz. Peygamber (sav)’in efendisini doğuran anne diye tasvir ettiği zamane evladıyla karşılaşmayı asla düşünemez.
Evdei, sofrada bir kaç çeşit yemek olduğu halde yemek beğenmeyen evladını görünce kahrolur. Eline telefonu alıp pizza, lahmacun ya da döner söylemesini bir türlü anlayamaz, hoş karşılayamaz. Bunun nşmete karşı nankmrlük olduğunun bilincindedir. Ama evladına bunu anlatamaz. Zira o, reklamların etkisindedir. Yani aynı evde çocuğumuzu eğiten ve başköşede onlara yön veren televizyonu ve her çocuğun elindeki telefonu görmemezlikten gelemeyiz.
Dün bunlar yoktu. Çocuğumuzu eğitmek daha kolaydı. Ama o zamanda çocuğumuzun sadece beslenmesiyle ilgileniyorduk. Onların eğitimini sokağa bırakıyorduk. Sokaklar o zamanlar huzurlu olsa gerekki günümüzdeki kadar anne-babaya karşı gelen evlat yoktu.
Yine de biz, bu konuda Yüce Allah ne buyuruyor, ona bakalım.
‘Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi, ana babanıza da iyilik yapmanızı emretmiştir. Eğer ana-babanızdan biri veya her ikisi yaşlanmış da yanınızda iseler, sakın onları azarlama. Hatta öff bile deme. Hep tatlı söz söyle. Onlara karşı alçak gönüllü ol. Onlara acı ve kucak aç: ‘Rabbim, küçükken beni besleyip büyüttükleri, beni esirgedikleri gibi sen de onları esirge’ diyerek dua et...’ (İsra 23-25)
Pek çok âyette özellikle annenin, hamilelik döneminden itibaren karnındaki çocuğunu bin bir sıkıntıyla en az dokuz ay taşıdığı, güçlüklerle onu dünyaya getirdiği, pek çok sıkıntılara ve uykusuzluklara katlanarak onu emzirip büyüttüğü anlatılmaktadır. Onun içindir ki Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (sav) anneye saygıyı hep ön planda tutmuştur.
Gerçi günümüz iktisatçılarından Prof. Osman Altuğ ‘Günümüzde çocuklar, ana rahminden baba rahmine düşüyor. Babanın şefkatli kollarında safa sürüyor. Baba ölünce büyük bir boşluğa düşüyor’ diyor. Tembelliğe alıştırılmış, hazır yemeden başka marifeti olmayan ve sayıları da azımsanmayacak boyuttaki zamane gençliğini böyle anlatıyor.
Evladın körü körüne itaat etmesi, anne-babayı adeta kutsaması da olamaz. Anne-babanın meşru isteklerini yerine getirmek, evladın görevidir. Ancak anne-baba evladına haram olan şeyleri teklif ederse ona da uyması gerekmez.
‘Eğer onlar, senin hakkındaki bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme’ (Ankebut 8, Lokman 15)
Mesele anne veya baba evladını içki içmeye, fuhşa, kumara, hırsızlığa, bunlara benzer haram şeylere yönlendirmek isterse evlad, Allah’ın emirlerine uymayan bu eylemlerden kaçınacak ve bu konularda onlara uymayacaktır.
Büyütüp besleyip yetiştirdiği evladın ana-babayı beğenmediği de olabilmektedir. Böyleleri ana-babasının bedduasından korksun. Zira Hz. Peygamber (sav), Allah’a sunulup da geri çevrilmeyecek dilekler arasında ana-babaların evlatlarına yaptıkları bedduaları saymıştır.
Ayrıca ana-babaya isyan eden evladın cennetin kokusunu bile alamayacağını belirtmiştir.