Nihat Filiz-ÇORUM KUŞSARAY İLE BAYBURT HATTI ALİ İLE FİKRİYE (BAYBURTLU) (AHMET-SULTAN-NEBAHAT-ARİF…) -2-

Adeta koşarcasına, çarşıya inip çikolata alarak tedirgin bir halde karakola geri döndü. Heyecanını bir türlü bastıramıyordu. Tarifi imkânsız duygular kafasında dönüp duruyor ve hiç birisine cevap bulamadan komutanı ne derse onu yapıyordu.
Akşamüzeri komutanı ile birlikte, kocası uzun yıllar önce ölmüş, dört kızı ile birlikte yaşayan Hanım Pullu'nun evine gitmek üzere yola çıktılar. 
Evin önüne varınca, kanatlı kapının demir tokmağını sertçe Birkaç kez vurdular. Kapının iç tarafından kapı dilini açmak üzere ipe bağlanmış ve evin avlusuna direğe sarılmış ipi çekip kapıyı açan Hanım Pullu göründü ve "hoş geldiniz" dedi. 
Komutan önde Ali arkada, dar uzun koridordan geçip, bir kaç merdiven çıkıp, içeri girdiler.
Hanım Pullu, ağır ve vakur duruşuyla, kenara çekilip, eliyle salonu gösterip "buyurun" dedi.
Komutan içeri girdi ve köşeye kırlent ve yastık konmuş olan somyaya oturdu.
Ali elindeki paketi salonda bulunan masanın üzerine bırakıp, utangaçça komutanının yanına oturdu. 
Hoş beşler yapıldı. Ali henüz kızları görmemiş, kim ile evleneceğini bilmiyordu. 
Karakola yakın olan evlerine girip çıkarlarken, siyah çarşaflı dört kız görmüş ama hangisi ile evleneceğini bilmiyordu. Çarşaflı kızlardan biri kahveleri getiriyor, kahveleri dağıtıp, hızla salonu terk ediyordu. Ali sürekli kafası yerde ayakuçlarını gördüğü kıza, kafasını kaldırıp bakamıyordu.
Ayıp olur diye düşünüyordu. Göz ucuyla bakmaya çalışıyor ama hiç bir şey göremiyordu. 
Sadece yüzü kapalı, boyu, poşu yerinde, bir çarşaf içinde hızla girip çıkan bir kız, hepsi bu kadardı.
Fakat önceden Hanım Pullu'nun terbiyeli, ne kadar güzel, boylu poslu kızları olduğu konuşulduğundan yüzünü görmese de güzellikleri hakkında fikir sahibiydi.
Kahveleri içtikten sonra, komutan konuya girdi. Önceden konuşulmuş olmalı ki,
Komutan, "Allah'ın emri Peygamberin kavli ile kızınız Fikriye'yi oğlumuz Ali'ye istiyoruz." dedi.
Hanım Pullu evin otoriter reisi olarak, "Allah nasip etti ise olur inşallah, hele bir kızımıza, ağabeylerine, akrabalara soralım kararımızı bildiririz" dedi.
Bir süre havadan sudan sohbetten sonra, Komutan müsaade isteyip, "biz kalkalım, siz kararınızı bildirirseniz." dedi.
Yine Hanım Pullu önde, komutan ve Ali arkada dar koridoru geçip, Hanım Pullu'nun kanatlı kapıyı açmasıyla, "Allahaısmarladık, iyi akşamlar" deyip, dışarı çıktılar.
Bir süre sessizce birlikte yürüdüler.
Biraz uzaklaşınca, komutan; "Bu iş tamam Ali, hazırlıklarını yap." dedi.
Ali çok sevinmişti. Kafasını meşgul eden bir dizi sorun olsa da, işler hızla rayına giriyordu. 
"Emredersin komutanım" dedi.
Birkaç gün sonra Hanım Pullu, kararlarını komutana bildirmişti. 
Komutan hemen Ali'yi çağırttı. 
Ali heyecanla bir koşu komutanın odasının kapısı yanında soluğu aldı.
Kalbi heyecandan küt küt atıyordu.
Kapıyı vurup, topuk selamını vererek komutanın yanına geldi.
Komutan Ali'nin heyecanı ve sevincini fark etmişti.
"Hadi Ali gözün aydın, kızı verdiler. Bizi çağırıyorlar" dedi.
Ali, yeniden hem sevinç, hem de çeşitli korku ve kaygılarla odadan çıkıp koğuşuna gitti. Bir süre buradan evlenip döneceği hiç aklına gelmediğini düşündü. Her şey tamamına ermişti. Artık kuruntu haline gelen saçma düşüncelere fazla kafayı takmayacaktı. Her şeyi oluruna bıraktı.
Akşam, komutanı ile birlikte hazırlanıp, gittiler.
Bu kez daha sıcak ve daha kalabalık bir karşılama olmuştu. Fikriye'nin ağabeyleri Ahmet ve Fikri'de gelmişti. İkisi de bir iki yıl ara ile yeni evlenmiş, Erzurum'da oturuyorlardı.
Ahmet, olabildiğince ağır ve beyefendi bir insandı.
Fikri, sert bakışlı, boyu posu yerinde, güçlü kuvvetli bir adamdı.
Kız kardeşler Fikri ağabeylerinden çekinirlerdi.
Önce kahveler içildi. Bir süre sohbet edilip, yemeğe oturdular. Birbirinden güzel ev yemekleri ile karınlarını doyurdular. Asker karavanasına alışık olan komutan ve Ali yemekleri öyle bir yiyorlardı ki, sofradakiler bir süre iştahla yemek yemelerini seyrettiler.
Sofradan kalkınca, nişan ve evlilik hazırlıkları ve ne gibi işlemler gerektiği üzerine konuştular. Bir hafta gibi kısa bir süre içinde bütün hazırlıklar yapılmıştı.
Komutanın, Ali'nin asker arkadaşları ve kız tarafının ailesinin katıldığı sade bir düğün ile mutlu sona erdiler.
Hanım Pullu'nun evine yakın, karakola da uzak olmayan bir ev kiralanıp, zorunlu eşyalar alıp, evi döşeyip, yerleşiyorlar. 
Ali, ev ile karakol arasında atıyla gelip gidiyor. 
Herkesin yokluk çektiği o zamanlar iyi de maaş alıyor. Önceden biraz biriktirdiği para ile ev eşyaları ve düğün masraflarını karşılıyor.
Fikriye hatun, boyu posu yerinde güzelliği ise dillerde gencecik güzeller güzeli bir gelin olmuş. Evi için kendisini paralıyor. Kocası gelmeden bütün yemeklerini hazırlıyor. Kocasının bir dediğini iki etmiyor. Ali'de karısı Fikriye ne isterse onu hemen alıp getiriyor. Asla ikiletmiyor. Evine sadık bir koca.
Aylar geçiyor. Artık evliliğin o ilk günlerindeki heyecan tılsımı yavaş yavaş bozulmaya başlıyor. 
Ali aileden gördüğü üzere çok sert bir erkek. Ne derse yapılmasını istiyor. Yapılmadığında ise olur olmaz zamanlarda şiddete başvurup Fikriye'yi dövmeye başlıyor. Tek sorun ise Fikriye'nin annemlere gidelim dediğinde yaşanıyor. 
Akşama kadar at üzerinde köy köy dolanmaktan yorgun argın eve döndüğünde dinlenmek, karısı ile fingirdeşmek istiyor. Fakat Fikriye henüz 16 yaşınca ana kuzusu bir çocuk. 
Evlendikleri de Ali 24, Fikriye 16 yaşında.
Evliliği bir oyun gibi algıladığından henüz o sorumlulukları yerine getirecek düzeyde değil. Hep, annesi ve kardeşleri ile zaman geçirmek istiyor. Annesi de Fikriye'ye düşkün, bir gün gelmeyecek olsa gözü yollarda. Bir türlü kızının evlendiğine, evden koptuğuna alışamıyor.
Fikriye bir gün işe giden Ali'ye, "akşam anneme gel orada olurum ben" diyor. 
Ali "tamam" diyor. Akşam yine çok yorgun bir halde kaynanasına geliyor. Karnı çok aç hemen sofranın hazırlanmasını bekliyor. Ama sofra biraz gecikiyor. Fikriye'ye aç olduğunu hemen sofranın hazırlanmasını söylüyor ama bir süre daha geçmesine rağmen sofra hazırlanmıyor. Bütün bu zaman dilimi toplamda on beş yirmi dakika bile olmamasına rağmen, Ali birden ayağa kalkıp hadi gidiyoruz diyor. Fikriye çaresiz ne oldu, sofrayı seriyoruz yemeğimizi yiyip gideriz diyemeden, Ali aşağı inip atını hazırlayıp yola çıkıyor, zavallı Hanım Pullu, ne olduğunu anlayamadan nereye gidiyorsunuz bile diyemeden, Ali ata atlıyor, Fikriye'nin ve annesinin yalvarmaları karşısında atını sürüyor. Ali at ile önde Fikriye yanında bir süre yürüyorlar. Fikriye neden böyle yaptın, sofra serilmek üzere idi, anneme kız kardeşlerime beni rezil ettin deyince. Ali hışımla atından inip Fikriye'ye iyi bir dayak atıyor. 
Dayağa rağmen susmayıp aynı sözleri tekrarlayan Fikriye, atından inen Ali'den bir hesaplı dayak daha yiyor. Fikriye'yi dövüp atına binen Ali, hırsını alamamış olacak ki, atından inip yorulana kadar bir kez daha dövüyor. (annem babamdan yediği dayakları anlattıkça, babama çok kızardık. O da acı ile gülümser. Cahillik işte derdi.) 
Artık yaşamları sürekli böyle. Bir kaç hafta iyi sonra kötü ve dayak. Fikriye'de alışıyor rutine binen bu dayak olayına. Dayak yiyeceğini bile bile birçok konuda kocasına karşı çıkıp dayak yiyor. Olur olmaz sudan sebeplerle artık sürekli olarak huzursuz bir aile ortamı oluyor. Zaman hızla geçiyor ve teskere zamanı yaklaşıyor. Komutanı Ali'nin Uzman onbaşı olarak askerde teskere bırakmasını istiyor. Yoksul olduğunu, köyde fazla topraklarının olmadığını biliyor. O nedenle buradaki alışık olduğu ve sevdiği askerlik mesleğine devam etmesini istiyor.
Fikriye'de Ali'nin askerde kalmasını istiyor. O daha çok memleketinden ayrılmak istemiyor. Annesini, kardeşlerini, akraba çevresini bırakıp yâd ellere gitmek istemiyor. Ne komutan, ne Fikriye, ne de çevresindeki insanlar bir türlü ikna edemiyor Ali'yi.
Askerlik bitiyor. Teskereyi alıp yolculuk hazırlıklarına başlıyor. İçinde garip bir sevinç, anlam veremediği bir hüzün var. Çorum Kuşsaray köyünde babadan kalma, ekip biçmeye yarayacak biraz tarla var. Köyde tarlaları eker biçerim ve kimseye muhtaç olmam diye düşünüyor. Ali iyi de klarnet çalıyor. Zaten aileden gelen müziğe yatkın bir halleri var. İki kardeşinden biri davulcu, diğeri ise zurnacı. Kendisi de askere gitmeden önce kardeşleri ile birlikte düğünlerde klarnet çalarak para kazanıyor. Hem babadan kalma tarlayı eker biçerim, hem de düğünlerde klarnet çalarak para kazanırım diye düşünüyor. Ama yine de hayatının altı yılını geçirdiği, Bayburt'un Maden nahiyesi Gökçepınar köyünden ayrılmak, içine bir kor düşmüş gibi inceden inceye içi yanıyor. Hazırlıklar yapılıp, eşyalar hazırlanıyor, Fikriye yeni bir maceraya atılıyor. Ailesinden, memleketinden, sevdiklerinden ayrılmak o kadar zor geliyor ki, bir oyun gibi başlayan bu evlilik işinden sıkıldım deyip, ayrılmak memleketinde kalmak istiyor sanki. 
Bir taraftan hayatı boyunca bu topraklardan köyünden, Bayburt'tan dışarı çıkmadığı için farklı yerlere gideceği hissi ile anlamsız bir duygu seline kapılıyor. Sevinç miydi yoksa o içinde tarif edemediği duygular? Anlam veremiyordu bir türlü.
O kadar hızlı gelişmişti ki her şey. Bir ay içinde nişan, düğün, evlilik hepsi göz açıp kapayıncaya kadar olmuştu. Valizlerini ve hazırlanan eşyaları otobüse koyup, yola çıkıyorlar. Otobüs yolculuğu bir türlü bitmiyor. Yollar öyle uzun ki, Fikriye sanki başka bir diyara gidiyorum sanıyor. Hiç çıkmadığı memleketinden ilk kez çıkıyor. 
Evlerinin önünden baktığı dağların arkasını hep merak eder, ne var acaba o dağların arkasında diye düşünürdü. Şimdi otobüs ile o dağın ardını da görmüştü, ondan başka dağlarında. 
Fakat Hiçbir şey yoktu. Bir dağ bitiyor başka bir dağ başlıyordu. Sıra dağlardı sanki, dağların arasından kıvrıla kıvrıla giden yolda otobüsün motor sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Hava kararınca etrafı karanlıktan seyredemez olunca, gözleri kapanmaya başladı. Bir uyudu bir uyandı. Ali, mola yerinde güzel ve değişik yemekler yedirdi Fikriye'ye. Ev dışında hiç yemek yemeyen Fikriye'nin çok hoşuna gitmişti lokantada yemek yemek. Uzun bir yolculuktan sonra Ankara-Samsun kara yolunda bulunan Kuşsaray köyü önünde otobüsten inip, köye giden bir at arabasına eşyalarını koyup üç yüz metre ilerideki köy merkezine ulaştılar. Akrabalar koşup önce bir hoş geldin faslı yapıp, al acele eşyalarını at arabasından indirip evin bahçesine bıraktılar. Fikriye'yi merak eden bütün köylü görmek için sokaklarda. (Devam Edecek)