SABIR TAŞI ÇATLARSA…

İsrail isimli siyonist terör şebekesi, varlığının işgale dayalı, gayri meşru olduğunun kendisi de farkında olduğu için, ayakta kalabilmesinin etrafına korku salan, caydırıcı bir güç olmasına bağlı oduğunu iyi bilmektedir. İngiltere'nin manda yönetimi döneminde Filistin toprakları üzerinde peydahlanan bu terör şebekesi, işte bu nedenle ilk günden bu yana iflah etmez bir beka korkusu, yani var kalabilme endişesi yaşamaktadır.
Psikolojide "sahtekârlık sendromu" denilen bu duygu, haketmediğini düşündüğü hayatı yaşayanların, ne yapsalar bir türlü kurtulamadıkları patalojik bir haldir ki, tam olarak bu hastalıkla malül olan işgalci siyonist rejim, hırsızlık ve haydutlukla elde ettiği varlığını kaybetme korkusundan kurtulamadığı için, 1948'den beri ne kendisi rahat etmekte ne de etrafına huzur vermektedir.
İngiltere, 2. Dünya Savaşından sonra zayıf düştüğü ve patronaj koltuğunu ABD'ye devretmek zorunda kaldığında bu nesebi bozuk gayri meşru varlığı, ABD'ye evlatlık olarak verdi. O gün bugündür ABD'nin mutlak himayesinde sürekli çevresine saldırarak, komşu devletleri zayıflatıp istikrarsızlaştırarak bugüne kadar gelmiş, bugünden sonra da varlığını ancak bu şekilde devam ettirebileceğini düşünmektedir.
Bundan bir yıl önce Cumhurnaşkanı Erdoğan, İsrail'in Türkiye için bir tehdit oluşturduğunu dile getirildiğinde pek çok kişi bunu, iktidarını ayakta tutabilmek için daha önceki yıllarda gereksiz ve abartılı şekilde başvurduğu bir siyasi taktik olarak düşündü ve inandırıcı bulmadı. Ama aradan geçen süre içinde bölgedeki gelişmeler, siyonist zorbalığın böyle bir çılgınlığa kalkışmasının imkânsız olmadığını gösterdi.
İran'ı ve Lübnan'daki vekil güçlerini en azından şimdilik tehdit olmaktan çıkartan İsrail, bütün oklarını kendisi için asıl tehlike olarak gördüğü yeni Suriye rejimi ve onun hamisi olarak düşündüğü Türkiye'ye yöneltmiş durumda. Netenyahu, bunu "Suriye'de kiminle karşı karşıya olduğumuzu biliyorum, saf değilim" diyerek ifade etti. O yüzden İsrail karşısında diz çökme anlamına gelen İbrahim anlaşmalarına katılması için ABD eliyle Suriye'yi sıkıştırırken, kendisi de Golan'ın ötesine geçerek işgali genişletiyor, başta Dürzîler ve Kürtler olmak üzere tüm azınlıkları kışkırtıyor.
Türkiye ile yaşanacak bir savaşın kolay olmayacağını İsrail bilmiyor değil elbette ama ayağa kalkmış, kendi sınırlarını kontrol edebilen, Türkiye destekli bir Suriye ile yaşayamayacağını daha iyi biliyor. Bu nedenle eninde sonunda girmek zorunda kalacağı bir savaşı ne kadar erkene çekebilirse kendisi için daha iyi olacağını hesabediyor. Zira Trump gibi bir psikopatın liderliğinde, İsrail'i korumanın ilahi bir görev olduğuna inanan Evanjelist Hiristiyan Siyonistlerin yönettiği ABD'yi bir daha bu kıvamda bulamayabilir.
Üstelik Türkiye'nin savunma sanayiindeki aldığı mesafe İsrail için ciddi bir endişe kaynağı. Daha fazla güçlenmeden henüz deneme aşamasında olan savaş uçağı ve tank gibi bir savaşın kaderini belirleyebilecek silahlarını tamamlayamadan saldırıya geçmesi halinde, tıpkı İran gibi Türkiye'yi de saf dışı bırakabileceğini düşünüyor. Daha sonra Suriye kendisi için leblebi çerez, hava sahasını şu andaki gibi tepe tepe kullanabildiği bir uydu devlet.
Bunun için Suriye üzerinden Türkiye'nin sinir uçları ile oynuyor, PKK-PYD'ye Dürzîlere yaptığı gibi koruma vadediyor, silah bırakmamaları yönünde kışkırtıyor yeni Suriye yönetimiyle imzaladıkları mutabakata uymamaları yönünde cesaretlendiriyor. Öcalan'a açıktan karşı çıkamadıkları için silah bırakmış gibi yapan Kandil ağalarınn güdümündeki PKK-PYD yöneticilerinin Şam yönetimine karşı olan tutumları, Dürzü Hikmet el-Hicri gibi beslemeleri, Kürtlerin arasında da bulabileceğini düşündürüyor.
(Dürzü, burada bilinçli olarak sövme manasında kullanılmıştır. Çünkü Dürzîlik, bir inanç gurubu olarak yüzyıllardır Lübnan ve Suriye'de yaşayan kadim bir halkın adı iken, dürzü ise Trump'ın dışında dünyada hiçbir liderin görüşmek bile istemediği Netenyahu gibi aşağılık bir soykırımcıya maşalık yapan Hikmet el-Hicri'nin etrafında toplananların hakettiği bir sıfattır. Dürzî ile dürzü arasındaki farkı bilmeyenler D. Mehmet Doğan'ın Büyük Türkçe Sözlüğüne bakabilirler.)
Türkiye ise, bir yıldır büyük bir titizlikle yürüttüğü terörsüz Türkiye çabalarının, 2013 Çözüm Sürecinin akibetine uğrama ihtimaline karşı son derece temkinli, tahriklere karşı adeta Eyyüp sabrı gösteriyor. Bir taraftan savunmasını güçlendirmeye devam ediyor, Suriye'yi ayağa kaldırmak için çaba harcıyor, diğer taraftan da özellikle İslam dünyasını soykırıma karşı tavır almaya zorluyor. Dışişler Bakanı Hakan Fidan, iki yılda kendi evinin kapısından fazla çaldı bunların kapılarını.
Gazzede iki yıldır yaptığı soykırım ötesi vahşetten dolayı dünyanın gözünde hızla bir nefret objesine dönüşen İsrail, artık yazının başında belirttiğimiz gibi meşruiyeti tartışılan bir devlettir. İşgalci sömürgeciliğin ne olduğunu iyi bilen başta Latin Amerika ve Afrika ülkeleri, Brezilya örneğinde olduğu gibi İsrail büyükelçilerini kovmaya başladılar bile.
Şu an İsrail ve arkasındaki zorbalar çok güçlü gibi görünseler de, bütün dünyada kendilerine karşı alttan alta biriken nefret dalgası, dengeleri alt üst edecek kadar büyüktür. Barışın, savaşsızlık halinin, kendi sonlarının başlangıcı demek olduğunu çok iyi bilen siyonistler, ateşkes baskılarına direnmeye devam ediyorlar. Ama bir şekilde durdurulamazsa bu sapkın siyonist çılgınlığın kendileri ile birlikte dünyayı ateşe atmayı göze aldıkları kesin.
Dileyelim ki Batılı hamileri bu tehlikeye karşı daha fazla geç kalmadan eyleme geçsinler, değilse Türkiye'nin bu savaştan uzun süre kaçınması pek mümkün görünmüyor.