Terörsüz Türkiye hayal mi?

Devletin beklenmeyen bir anda gösterdiği şaşırtıcı refleksle başlayan süreç, geçtiğimiz hafta sembolik bir silah bırakma eylemiyle birlikte yeni bir aşamaya girdi. Bir hazırlık döneminden sonra uzatıldığı anlaşılan devlet eli, olumlu bir karşılık bulmakla kalmamış, örgüt tarafından da 41 yıllık kanlı bir dönemin sona erdirilmesi konusunda kararlı bir duruş sergilenmiştir.

PKK ve onun siyasi sözcüleri, zaman zaman AK Parti kanadının işi ağırdan aldığından şikayet ederek, yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasını, aksi takdirde provokasyonlara maruz kalınabileceğini ve sürecin tehlikeye girebileceğini, biraz da tehdit diliyle ifade etmekten geri kalmıyorlar ama onları da anlamak lazım, ikna etmek zorunda oldukları bir kitleleri var.

Hayırlı işlerde acele etmekte fayda olduğu gerçeğini kabul etmekle birlikte daha önce yaşanan benzer süreçlerin nasıl akamete uğratıldığı, özellikle çok büyük riskler alınıp, büyük emekler verilen 2013 çözüm sürecinden ders çıkartmak gerektiği açıktır. Türkiye’nin asırlık yarasını kendi başına sarmasına razı olmayan güçlerin müdahalesi ile masa tekmelendiğinde, ülke on iki yıl daha kaybederken, Kürdüyle, Türküyle binlerce genç daha toprağa düşmüştür.

Sürecin akamete uğramasıyla başlayan hendek savaşlarında ödenen bedelden dolayı iktidar yıllarca ağır eleştirilere maruz kaldı. Oysa dönemin Başbakanı Erdoğan’ın cesareti ve kitleler üzerindeki nüfuzu sayesinde başlatılan, ancak devlet katında çok da kabul görmeyen süreç için ödenen bu bedel, özellikle 90’lı yıllarda yapılan yanlışlarla duygusal bir kopuşun eşiğine getirilen Kürtlerin, devlete olan güvenlerini yeniden kazanmalarının karşılığı idi.

Bugün ise sanki tarih yeniden tekerrür edercesine, küresel çetenin bölgeyi kontrol merkezi olan İsrail, Dürzileri himaye bahanesiyle -Suriye konusundaki hassasiyetini bildiği halde Türkiye’ye açıkça meydan okuyarak - Şam’ın yönetim binalarını bombalaması, yeni yönetime entegre olmak konusunda aylardır somut adım atmayan Suriye PKK’sı olan PYD’nin aklına karpuz kabuğu düşürmektedir.

Bütün bu hususlar birlikte ele alındığında, onca emek ve fedakarlığına rağmen 2013’ün acı deneyimini yaşayarak, yıllar sonra ilk defa bir seçimde iktidar çoğunluğunu kaybeden AK Parti’nin, bugün en kötü ihtimali dahi göz önünde bulundurarak hareket etmesini, işi ağırdan almak şeklinde anlamak haksızlık olur.

Terörsüz Türkiye hedefinin önündeki bütün tehlike dışarıdan gelebilecek olanlar değil elbette. 2013’te olduğu gibi dağa çıkarak, “devlet sizi kandırıyor, sakın silah bırakmayın” diyebilecek durumda olmasalar da, sürecin başarısının iktidara yeni seçim zaferi olarak döneceği korkusu, CHP ve onun bileşenlerinin kimyasını bozmaya yetiyor.

PKK’nın silah bırakma kararını gösteren sembolik törenden sonra Cumhurbaşkanının yaptığı konuşmaya CHP liderinin gösterdiği tepki, bu ruh halinin göstergesidir. İsrail’in yayılmacı azgınlığına karşı bölgesel bir ittifak ilişkisini izah sadedinde söylenmiş Türk-Kürt-Arap dayanışmasını, içeride partiler arası bir ittifak gibi anlamak için iflah olmaz bir Erdoğan düşmanı olmak yetmez, cahil ve ırkçı olmayı da gerektirir.

Türk, Kürt ve Arap dayanışması halinde sınırların kalkacağını, bütün Arapların, hilafet makamına oturmuş sarıklı bir Tayyip Erdoğan karşısında diz çökeceği mi zannediliyor. Petrodolarların şımarttığı, halklarına karşı her birisi Firavun kadar kibirli bu liderler, coğrafi olarak yanı başlarındaki bir Türkiye’ye boyun eğmektense, uzaktaki bir ABD’nin vesayeti altında kalmayı yeğleyeceklerini CHP’in başındaki kişi bilmez mi?

Bir süre önce bu sütunlarda yazdığım yazıyla, CHP’de bugünün dünyasını ve bölgesini anlayacak bir vizyon olmadığını belirtmiş, bundan dolayı CHP’nin bugünün Türkiye’sini yönetebilme kabiliyetini kaybettiğini izaha çalışmıştım. Ancak bu partinin, hiçbir gücü kalmadığını iddia etmiyorum. Üççeyrek asırdır sandıkta bir başarı elde edemediği için fiilen hükümet etmiyor olsa da, bürokrasideki kadroları eliyle yakın zamana kadar iktidarını sürdürdüğü, halen de kültür-sanat dünyası başta olmak üzere birçok alanda etkili olduğu bir gerçek.

Bu nedenle ülkede azınsanmayacak bir kitleyi konsolide eden bu zihniyet, cumhuriyetle birlikte çeyrek asırlık tek parti diktası altında üstlendiği batıcı, laik, modern bir toplum inşa etme projesini hayata geçirirken, sosyo-kültürel alanda büyük bir tahribata yol açmış, düşmanın fiilen sömürgeleştiremediği memleketi, “kendi kendini sömürgeleştirme” dediğimiz trajik bir vakıa ile karşı karşıya bırakmıştır.

Yıldıray Oğur’un “Kürtler Türkiye’ye Ne Zaman Gelmişti” başlıklı yazısına konu ettiği ve sosyal medyada konu ile ilgili yapılan paylaşımlar, işte bahsettiğimiz bu sömürge eğitiminden geçmiş zihniyetin ürünüdür. CHP Genel Başkanının çağrısıyla meydanları dolduran o coşkulu kitlenin çoğu Kürtlerin Turgut Özal zamanında Türkiye’ye getirilmiş mülteciler, PKK’nın da bu mültecilerin arasına gizlenerek girmiş teröristler olduğuna inanıyor. Yazarın ifadesiyle neredeyse her biri milyonlarca görüntülenmiş, üzerine binlerce yorum yazılmış, birkaç tanesini okuyalım:

“Kendisi de kürt olan turgut özal tarafından ülkeye getirilen kürt mülteci sayısı 4 milyondu, gelenlerle beraber çok sayıda pkklı da sınırdan geçti.”

“Turgut Özal’ın sınırları açması ile Irak’tan Türkiye’ye başlayan Kürt göçü, 90lı yıllar. İşte Irak’tan gelen o Kürtler, Doğu ve Güneydoğu’ya yayılarak, çok sayıda kızlarını yerli aileler ile evlendirdiler ve bu evlilik yapanların aileleri de sonradan Türk vatandaşlığına geçtiler. Tıp ki, bugünkü Suriyeliler gibi.”

“İran-Irak Körfez Savaşı’nda, ülkemize getirilen 1 milyona yakın kuzey Irak’lı k*RT. Siyasal İslamcı yarım dünya Turgut Özal sen bu ülkenin katilisin.”

“Özal zamanında da ırak-iran savaşı bahanesiyle binlerce kürt göçüne maruz kaldık. Şimdi nasıl suriyeliler geldiyse, 90’lı yıllarda da binlerce Kürt girdi ve o bölgede demografik yapıyı değiştirdi”

“Ve bunlar palazlandı Ülkenin beka sorunu oldu Türkiye’ye kafa tutuyorlar kimse kabul etmedi şimdi de Türkiye’nin Türklerin kıymetini bilmiyorlar.”

Özgür Özel’in (elbette Ümit Özdağ’ın da) hitap ettiği kitle, Kürtlerin Türkiye’ye bu şekilde geldiğine, PKK meselesinin de böyle doğduğuna inanıyor. Üstelik bunlar Erdoğan’a oy veren kitlenin, eğitim derecesi düşük, cahil, gerici; kendilerini de Batılı, aydın, ilerici görüyorlar.

İşte böyle bir parti uzun süredir anketlerde iktidar partisiyle kafa kafaya çıkıyor. Yüz yıl sonra bölgenin yeniden şekillendirildiği bir dönemde, mankurtlaştırdığı kendi kitlesini sokağa çağırıp, kaos yaratmakla tehdit ederek Türkiye’yi iç gündemine hapsediyor ve bölgeyi İsrail ve arkasındaki güçlere açık hale getirerek tarihsel misyonunu icra ediyor.

Bu durumda terörsüz Türkiye hayalinin kabusa dönme ihtimaline karşı çok ama çok dikkatli olmak gerekmez mi?