Tâlibân, şeriat ve Afganistan

SORU
…Bazıları Taliban’ın koyduğu kuralları paylaşmış. Örneğin PC tablet vs bu gibi aletler televizyon sınıfında kabul edilip toplanacakmış. Bu uygulamalar doğru mudur? Kimileri bu gerçek İslâm deyip (tam kuralları bulamadım, kurallara tam uygulanır mı onu da bilemiyorum) bir şey diyene de yanlış gözle bakıyorlar. Burada kafam karışıyor. Bazı örgütler dış güçler tarafından beslenip İslâm adına yanlış yapıp bilgisi olmayan insanları mı yoldan çıkarmayı hedefliyorlar? Osmanlı’da şeriat anlayışı nasıldı? Yanılmıyorsam Selçuklu’da da şeriat hüküm sürdü (eğer yanlışım var ise kusura bakmayın). Öyle ise Selçuklu’da durum nasıldı? Taliban’ın şeriat yönetimi doğru mudur? Son olarak Taliban terör örgütü müdür?
Taliban’ı desteklemeli miyiz? Afganistan pek çok sıkıntıların içinde. Pek çok insan ülkeyi terk etmek için can atıyor. Ben Taliban’ın yaptığını kesinlikle yanlış buluyorum çünkü adeta insanları kaçırıyorlar. Hâlbuki Allah’ın koyduğu şeriat asla insanları kaçırmaz. Düşüncem doğru mu? Taliban’a karşı olmam gerekir mi?
CEVAP
Âdeta soru yağmuru. Bunlara teker teker cevap versem kitap olur. Sorunun bir kısmını yazmadım; Taliban ile ilgili idi ve bu konuyu daha önce yazmıştım.
Soruların kalan kısmına topluca bir cevap vermeyi tercih edeceğim.
İslâm’da din bilgisi ve kuralının kaynağı vahiydir (bunu Kitap ve Sünnet diye ifade ederiz).
Vahyedilen sözün bir kısmı kaynağa aidiyeti ve ifade şekli bakımından kesindir; bu kısımda pek ihtilaf olmaz. Ya kaynağa aidiyeti -ki, bu hadiste olur, Kur’ân’da olmaz- veya ifade şekli (delâleti) bakımından değerlendirme ve yorum gerektiriyorsa veya şartlar bir parça hükmü, bütüne göre ihmal etmeyi (maslahat ve zarurete dayalı olarak bir müddet uygulamamayı) icap ettiriyorsa bu takdirde içtihat ihtilâfları (mezhepler) ortaya çıkar.
Bir tek mezhebin belli bir devirdeki içtihatlarını olduğu gibi başka bir zamanda ve zeminde uygulamak birçok probleme sebep oluyor.
Tâlibân, Hanefî fıkhını uygulayacağını söylüyor, eğer uygulamada bugünün şartlarını, ihtiyaçlarını göz önüne alarak davranmazsa sayısız problemle karşılaşır ve iktidarı devam etmez.
Afganistan’dan kaçanların bir kısmı casuslardır. Bir kısmı, hangi şekilde olursa olsun (İslâmî demokrasi de olsa, rejim değişikliğinde tedriç kuralına da riayet edilse…) İslâmî yönetime karşı olan laikçilerdir, bir kısmı da yapılan algı operasyonu sebebiyle korkuya kapılmış modern hayat tarzını yaşayan eksikli Müslümanlardır…
Taliban, Afganistan’ı, muhtaç olduğu kaliteli nüfustan mahrum etmemek için ehline danışarak hareket etmeli ve hikmeti ön planda tutmalıdır. Burada hikmet, sözü ve hükmü; mana, maksat, ruh ve sonuçlarını da göz önünde tutarak uygulamak demektir.
Bir konuda içtihat farkları var ise bulunduğunuz şartlara en uygun olanı alıp uygulamak gerekir. Elbette geçmiş zamanlarda, bugün bize ters gelen bazı içtihatlar ve yorumlar da yapılmıştır, ama bunları uygulamak mecburiyeti yoktur ve bunlarsız da ferdin ve toplumun Müslümanca yaşaması mümkündür; yeter ki, kaynak terk edilmesin ve “istişare, ilim, hikmet” çerçevesinde yorumlamalar olsun!
Bugün Afganistan’a Talibân hâkim olmuş görünüyor. Bundan önce Afganistan’da yıllarca önce dışa karşı savaş, sonra iç savaş oldu, halk perişan hale geldi, ülke harabeye döndü. Müslüman olmayan sözde kalkınmış ve “uygar” ülkeler, birçok İslâm ülkesini önce açıkça sömürge haline getirip soydular, sonra da askerlerini kısmen çekip kukla yöneticileri iş başına getirip koruyarak kapalı sömürgeciliğe devam ettiler. Afganistan, Taliban’dan önce ülkenin ve halkın menfaatine göre yönetiliyor değildi. Sömürgecilerin derdi, Müslümanların hak ve özgürlükleri değildir; böyle olsa zalim kralları, askeri yönetimleri, anti-demokratik darbeleri işlerine geldiğinde onaylamaz, onlarla işbirliği yapmazlardı.
Büyük değil, iri devletlerin (kalkınmış Batılıların) gözüne girmenin iki şartı vardır: 1. Hayatın kılcal damalarına kadar işlemiş bir İslâm’dan vazgeçmek. 2. Göz diktikleri yer üstü ve yer altı servetleri onlara, ya çok ucuz veya parasız vermek. Bu şartlara riayet edenleri bağırlarına basarlar, etmeyenlerin başına bela olur, evrensel değerleri amaçları için istismar ederler.
Talibân Batı’ya istediğini vermemeli, ama Müslüman halkına da taşıyamayacağı yükleri yüklemekten kaçınmalıdır.
Bugün hiçbir devlet tek başına müreffeh ve devamlı yaşayamaz; Afganistan da işbirliği yapacağı, yardım isteyeceği ülkeleri doğru seçmelidir.
Müslümanlar Talibân’a karşı hareket etmek yerine bir yandan onlara yardımcı olmalı, diğer yandan hatalarını azaltmak için her çeşit faaliyeti hayata geçirmelidir.
Tâliban hakkındaki haberlerde yoğun bir bilgi kirliliği ve algı operasyonu var; her okuduğuna inanmak yerine sağlam kaynaklardan teyit yolu seçilmelidir.
Selçuklu ve Osmanlı, şeriatı devlet yönetiminde de uygulamışlardır. Bu uygulamada şeriatın, devleti yönetenleri yetkili kıldığı alanlarda mesalih (kamu yararı) ilkesi, örf ve âdet hüküm kaynağı olmuştur.
Talibân, terör örgütü değildir. Afganistan’da yönetimi ele geçirip kendi mezhep, anlayış, örf ve âdetlerine göre şeriatı uygulayacak olan bir devlet kurmak için mücadele eden bir direniş hareketinin mensuplarıdır.