Zan

Zan; hakkında kesin bir bilgiye sahip olunmadığı bir konuda bir takım tahminlerde bulunularak olumlu veya olumsuz yönde fikir beyan etmektir. Kuşkulanmak, kusur bulmak, itham etmek anlamlarında da kullanılmıştır. 
Zan, ikiye ayrılır, Hüsnü zan, Suizan. Kesin bir bilgiye sahip olunmayan bir konuda güzele ve olumluya yorumlamak hüsnü zandır ve günahı da yoktur. Kötüye yorumlamak ise suizandır ve günahı vardır. Suizanda bulunulan bir konuda isnat edilen şeyin gerçekle bir alakası yoksa hem iftira edilmiş olunur hem de gıybette bulunulmuş olunur ki bu konuda Cenabı Mevla "Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah´tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir" (Hucurat 12) Kur'an da yirmi ayette zandan, elliye yakın ayette ise türevlerinden söz edilmektedir. Zan, ayetlerin çoğunda vehim, kuruntu, bazılarında ise "bilgi, yakînen bilme, inanma", bazılarında ise "kesin olmayan kanaat, kuşku, tahmin, beklenti" manalarında geçmektedir. "Allah'a kavuşacaklarını zannedenler derler ki ..." (Bakara 249) ayetinde zan kelimesi müfessirlere göre "yakîn" anlamında kullanılmıştır; dolayısıyla ayetin manası, "Allah'a kavuşacaklarını bilenler ve bundan şüphesi olmayanlar derler ki ..." şeklindedir (Zemahşerî, I, 476) Diğer bazı ayetler ise; "Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir" (Yunus 36). "Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin aşağı hevesine uyuyorlar" (Necm 23). "Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise; hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez" (Necm, 53)
Peygamberimiz de; "Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!" (Sahihi Müslim, Birr, 28) Suizan, üzerinde kötülük alameti görülmeyen bir kimseyi kötülükle töhmet altına almaktır. Bu yersiz, haksız ve sebepsiz yere birini kötülemektir. Kusur arayan kendince, kendisini tatmin etmek için mutlaka bir şeyler bulur. Dinimizde, her şeye güzel tarafından bakmak ve kusurlardan ziyade güzellikleri görmek gerektiği ilkesi vardır. Peygamberimiz bir gün yolda ashabı ile birlikte giderken ölmüş ve kokmuş bir köpek görürler. Herkes kafasını öbür tarafa çevirirken, Peygamberimiz hayvanın ne kadarda güzel dişleri varmış diyerek güzellikleri de görmemiz gerektiğine vurgu yapmıştır. Hani bazı insanlar vardır devamlı kusur ararlar. Bir insanın doksan dokuz tane güzel işleri vardır, onca güzellikleri görmez ama ona göre bir de yanlışı vardır sürekli onu dillendirerek suizan da bulunurlar. Sâlih bir müslüman, insanlar ve olaylar hakkında değerlendirmelerde bulunurken, olabildiğince iyi niyetli davranır, her şeyi hayra yorar ve suizanda bulunmaz. Samimi bir müslümanın dilinden, üzerinde yalan kokusu olan sözler çıkmaz. İnsanlar hakkında zahirde gördükleri ile hükmederler. İyi niyetli ve güzel düşünceli olma insanın iç güzelliğinin ve hayırhah lığının bir göstergesidir. Peygamberimizde "Şu üç özelliği taşıyan müslümanın kalbinde hıyanet ve kin bulunmaz "Allah için ihlaslı ameller işleyen, bütün müslümanlara karşı iyi niyetli ve nasihatçi olan, fikir ve amelde müslümanlarla birlik olan (İbn Mâce, Mukaddeme, 18). İnsanların iyiliğini isteme, onları iyiliğe ve güzelliğe sevk etme, olaylara güzel tarafından bakma temelde müslümanların aslî görevlerindendir. İslâm dairesine giren istisnasız bütün müslümanların iyiliğini isteme ve onlar hakkında güzel düşüncelere sahip olma her müslümanın vazifesidir. 
Bilhassa suizan, şüphe, dedikodu ve evham ile başkalarına iftiradır. İnsanların gizli hallerini ortaya çıkarmaya çalışmak, ithamda bulunmak ve dürüstlükleri hakkında ileri geri konuşmak müslümanın ahlâkî vasıflarından değildir. Müslüman zahirde gördüğüyle amel etmeli ne gördüyse onu söylemeli, şüphe ve zan ile hareket etmemelidir. Hz. Ömer: "insanlar Resulullah zamanında vahiy ile hükmediyorlardı. Şimdi Vahiy kesilmiştir. Biz artık sizin amellerinizden gördüğümüze hükmederiz. Bize iyilik izhar edeni korur ve kendimize yaklaştırırız. Onun gizledikleri bizi ilgilendirmez. Gizlediklerinden dolayı Allah onu hesaba çekecektir. Bize şer izhar edene güvenmez ve tasdik etmeyiz. İsterse kalbinin temiz olduğunu söylesin" (Kandehlevî, Hayatü's-Sahâbe IV, 253).
Bu sebeple muttaki bir müslüman konuştuğu her kelimede ve hükümde şu ayeti asla aklından çıkarmaz. "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalp bunların hepsi o şeyden sorumlu olur" (İsra 36).
Müslüman başkalarının aleyhinde konuşmaz. Zira kalben inanır ki, konuştuğu her kelime kaydedilmektedir. "Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü kaydederler" (Kaf 17, 18) Bunun bilincinde olan her müslüman ağzından çıkan her kelimenin mesuliyetini de bilir. 
Muttaki bir müslüman; Peygamberimizin "Kişiye duyduğu her şeyi nakletmesi günah olarak yeter" hadisinden hareketle, duyduğu her şeyi kale almaz. Toplumumuzda kol gezen yalan, dedikodu, algı operasyonları, şayia ve zanlardan kulağına gelenlere aldırış etmez ve bunun ne büyük bir vebal olduğunu bile bile insanlardan duyduğu her şeyin doğru olduğunu öğrenmeden nakletmez.