ZENGİNLİK NEDİR, GÖZLE GÖRÜNÜR MÜ?

Çarşıya doğru yönelip, şehrin öbek noktasına uğramamak mümkün değil! Zaten o tarihi mıntıka beni girdap gibi içine çeker. Her adımda benden, babamdan, zamandan izler taşır. Nerede oturacağım, bulunacağım, soluklanacağım ise tamamen anlık gelişmelere bağlıdır. Bunun ön çalışması, planlaması da yapılabilir ama tercihim rastgele olmasından yana! Böyle daha samimi oluyor. Etrafınızdakilerin sizi gördüklerinde, o anki durum ve tavırları da hazırlıksız olacağından samimiyet tavan yapıyor. Bana karşı herkesin göz aşinalığı vardır. Bu demeye çalıştığım bizdenlik duygusu insanı daha bir rahat salındırıyor. Özgürlük kavramının tanımını da buralarda aramak gerek! Evde durabilen bir insan olamadım. Çıkmam lazım. Atmam lazım kendimi sokaklara… Belki çocukluğum çok renkli geçmiş, tadı da damağımda kalmıştır; Bilemiyorum…
Ayakkabıcılar Arastası benim bir numaram. Olmazsa olmaz! Tarihi, çok da eskilere dayanmamasına rağmen, kendimi bildiğimden beri içerisinden geçtiğim, lafı sözü sataşması, takırtısı kulak okşayan, öğle saati yemek kokularından geçilmeyen bir mıntıka! Rahmetli dedem Bayburt' dan göç ettiğinde Uzun Kahve ve Havuzlu Kahve diye bilinen mekânlarda ocakçılık, babam da bir süre garsonluk yapmış. Ne zaman buraya yolum düşse, her dükkânı, her köşesi ayrı hikâyeleriyle beni bekler… Eğer siz de varsanız içerisinde, beklerler! Hele de büyümenize, gelişmenize omuz atmışlarsa, selam vermeden geçemezsiniz! Durur, hasbıhâl eder, ikram çayı içersiniz… Buralarda çay ikramı da refleks bir teklif haline gelmiştir. Çay alıyım! Hatta bunu selamdan önce dile getirenler de az değildir. Burada çay alıyım sözü merhaba anlamına geliyor! Bu sözün devamında, nasılsın, iyi misin diyerek diğer konulara geçiş sağlanabiliyor. Eğer diyalog böyle gelişmezse, karşı taraf bir çay bile söylemedin şeklinde kınamaya varan cümleler kurabiliyor. İşte bu yüzden buralarda size birisi çay alıyım dediğinde siz ona mutlaka merhaba deyin. Yoksa adamın selamını almamış olur, nezaketsizlik edersiniz!
Duman… Arasta'nın kedisi. Bir dükkân ona ev sahipliği yapıyor. Diğer kedilerden farklı olarak o, dükkânda konaklama lüksüne sahip. Tüm arastanın sevgilisi olmuş. Veteriner bakımları, aşıları özenle takip ediliyor. Yine diğer kedilerdeki ürkek, korkak duruş onda yok. Çok emin. Sevildiğini biliyor. Herkese olumlu yanıtlar veriyor. Çay söylesen ona da olumsuz bir şey demez! Sevgi ve huzur ile parlayan tüyleri tüm arastadan görülebiliyor.
Sonra Mustafa Abi'yi gördüm; Gökgöz olanı… Aslında sahaf olanı demem lazım. O daha belirleyici olur. Bilenler bilir onu! Dükkânının dar bir cephesi vardı caddeye bakan. Yerini bilenler bile çoğu zaman şaşırıp bulmakta güçlük çekerdi. Sanki, herkes de bilmesin der gibiydi dükkân. Aslında klasik mânâda bir dükkân görünümü de yoktu. Cadde üzerinde, şifresini bilenlerin açıl susam açıl dediklerinde açabildikleri gizemli bir kapı gibi duruyordu. İçeri girdiğinizde de en fazla iki kişinin oturabildiği, üçüncünün ayakta kaldığı bir durumu vardı. Oturduğunuz yerden etrafınıza bakınca üzerinize her an yıkılması mümkün yüzlerce kitap görebilirdiniz. Bu yapısından olsa gerek dükkâna gelen aradığını sorar, cevap bulamazsa hiç beklemeden giderdi. Dükkânın bu dar cephesinin yanında, iç tarafta kocaman bir ev dolusu kitap bulunuyordu. Gerçek hazine de oradaydı. Bir zamanlar evmiş ve birileri oturuyormuş ama sonra her boşluğunu kitapların doldurduğu bir anıt durumuna gelmiş. Öğrencilere tarih bilincini, okuma aşkını anlatmak için sınıf gezisi yapılabilecek mükemmel bir kaynak niteliği taşıyor. Belki de Mustafa Abi'nin peşin satan zengin görünümünün ardında da bu tarifsiz ortam yatıyordu. Zengindi… Ben, geleni gideni, kitap soranları umursamıyor, oturuyordum. Orada bulunmak, eski kitap, dergi ve mecmualara göz atmak çok hoşuma gidiyordu. Sonra o geldi! Kalktım… Gelen Abdülkadir Ozulu'ydu. Biraz sonra Hasan Tuluk da gelince ben müsaade istedim. Mekânın sahipleri gelmişti! Hasan Abi gelince Mustafa Abi de kalktı! Zira üçüncüye yer yoktu. Hele bana hiç yoktu!
Uzaktan onları izledim bir süre. Ne güzel de yan yana geldiler! Kitaptakiler dışarı çıkmış oturuyorlar! Sonra onlara çay söyledim. Onlar konuştu ben dinledim. Dördüncü kişinin ayakta kalmasının kesin olduğu bir yerin gönüllüsü olmak! Böylesi öğretmenlerin yanında öğrenci olmak! Dar kapılardan geçip, varacağın büyük mekânlarda buyur edilmek ve çay söyleyebilmek! Başka türlü kim, nasıl tarif edebilirdi ki zenginliği? Alın size bir eğitim gezisi başlığı daha: "Zenginlik nedir, gözle görünür mü?"