17 Ağustos depreminde olduğu gibi 12 Kasım depreminde de başta sivil savunma olmak üzere farklı kurumlardan görevlendirilen personel deprem bölgesinde görev yapmak üzere bölgeye geldi. Depremin hemen akabinde sıcağı sıcağına bölgeye gelen personel bizlere göre biraz daha şanssızdı. Çünkü her taraf ana baba günü olduğundan kimsenin kimseye bakacak hali yoktu. Yeme içmeden ziyade akşamın karanlığıyla beraber barınma sorunu bir numarada yer alıyordu. Depremzede vatandaşlara en kısa sürede geçici barınma imkânları sunulmaya çalışılırken görevli olarak gelen personele sıra gelmiyordu. Bu görevinde fedakârlık istediğini herkes biliyordu.
Elektriklerin kesik olması başlı başına problemdi. Bir taraftan kurtarma çalışmaları diğer taraftan barınma ortamı sağlama çabaları… Depreme maruz kalmış vatandaşların taleplerine pratik çözüm bulma başka bir ifade kısa süre ile de olsa sakinleştirme uğraşıları sorumlu olan amirler, memurlar için hiçte kolay değildi. ''Yağmurlu hava da gülenle, ağlayan belli olmaz'' hesabı, her depremde olduğu gibi maddi ve manevi hiçbir kayba uğramadığı halde durumdan vazife çıkarmaya çalışan insanları ayıklamak başlı başına bir sorundu.
Karacasu kaplıcasında bulunan özel idareye ait tesisler personele tahsis edilmişti. Çalışma yerimiz belli olduktan sonra yatsıya doğru personele tahsis edilen minibüsle kalacağımız otele gidiyoruz. Otel kriz merkezinden 10-15 dakika kadar sürüyor. Şoför Bolulu, 12 Kasım depremini yaşamış samimi, sevecen bir arkadaş. Hem minibüsü kullanıyor hem de biz meraklı personele deprem ve yaşananları anlatmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yollardaki apartmanlar karanlık çünkü herkes evini, barkını terk etmek zorunda kalmış. Zarar görmeyenlerde yaşadıkları depremin şokunu üzerlerinden atıp evlerine girme cesareti gösteremiyorlar. Ya artçı bir deprem olursa diye bulabilirlerse çadırlarda bulamazlarsa kendi imkânlarıyla geceyi dışarılarda geçirmeye çalışıyorlar.
İnsanın evini, barkını sıcak yuvasını terk etmesi, başka bir ifade ile boş durup ta içine girememesi gerçekten çok zor bir durum. Lüks apartmanlar boş dururken, barakalar veya yakın köylerdeki ahşap tek katlı evler rağbet görüyor. Bir deprem sonrası barakaların ve yakın köylerdeki evlerin kirası lüks daire kirasıyla eşitleneceği kimin aklına gelebilirdi. Hatta kiralık ev bulmak pekte mümkün olmuyordu. İnsanoğlunun bu durumdan alabileceği galiba çok dersi var… Ama alabilirse…
Otele ulaşıyor ve tahsis edilen odalara valizleri atıp günün verdiği yorgunluktan olsa gerek şöyle uzanıyoruz. Otel lüks ve zeminde güzel kaplıcası var. Gecelik ücretini sorduğumuzda normal şartlarda memur maaşıyla orada kalmamız pek mümkün görünmüyor. Biraz istirahat ettikten sonra arkadaşlarla beraber dinlenme salonuna geçip sohbet ediyoruz. Herkes halinden memnun iyi ki burayı bizlere tahsis etmişler diye konuşurken depremi yaşayan ve bu otelde kalmak istemeyen bir arkadaş kriş / kolon birleşimindeki çatlakları işaret ediyor. 7,2'likdepremi gören kimse burada kalmak istemez diye de ekliyor. Görmeyen bilmeyen cesaretli oluyor ancak gördükten, duyduktan sonra ister istemez bizi de bir korku sarıyor. Çünkü bilen daha çok korkar.
Depremin akabinde küçülerek devam eden artçıları hissettikçe veya ranza hareket ettikçe gayri ihtiyari tedirginlik yaşıyoruz. Orada ki çatlakları bizlere gösteren arkadaşa şaka yollu da olsa sitem ediyoruz. Ve bir arkadaş; kardeşim: ''Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu söylemeye senin hakkın yok. Unutma, her dediğin doğru olmalı ancak her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir''  Arkadaşlar ne güzel mışıl mışıl uyuyacaklardı, bak şimdi biz bu gece ne kadar kâbus göreceğiz biliyor musun? Diye takılıyor… Tabi bir kaç gün sonra tedirginlik yavaş yavaş terk ediyor.
*
DOĞRU SÖZ: ''Kimse Allah'a sitem etmesin. Marmara depremi ellerimizle inşa ettiğimiz bir kaderdir. Çünkü yan yana dizilmiş on binadan üçü yıkılmışsa insan kendisini sorgulama mı.'' (Güngör Mengi-18 Agustos1999)