Nesiller arasındaki uçurum gün geçtikçe büyüyor. Her şeyi teknolojiye havale ederek işin kolayına kaçıyoruz ama sorumluluğun ana maddesi galiba biz ebeveynleriz. Çünkü ekseriya çocuklarımızı yetiştirirken el bebek gül bebek yetiştirmeye veya fazla tolerans gösterip hiç kırmamaya çalışıyoruz. Ama bazen de bunun azıcık kenarına çıkmak gerekiyor. 
Niçin mi? Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin hayrı için.

Güngörmüş yaşlı teyzemiz ilçeden kalkar oğlunun yanına gider. Oraya kadar  gelmişken komşu ilçede bulunan torununu da görmek ister. Bu arzusunu oğluna iletir. Oğlu da 'tabikî anacığım' diyerek kızının evine giderler. Annesinin bu düşüncesinden dolayı oğlu da çok memnun olur. Annesi, ilçeden gelirken torunlarımın evine eli boş gitmeyim niyetiyle o yaşına rağmen emek vererek su böreği yapar ve onu götürür. Hoşbeşten sonra sofra kurulurken babaanne getirdiği böreği çıkarıp sofraya koyar. Ev sahibi konumunda olan torun bir dilim alır ve ''Babaanne böreğin çok kalın olmuş. Biraz hamur '' der. Bu söz babaanneye dokunur. Çünkü insan yaşlandıkça kristalleşir. Kadıncağız getirdiğine bin bir pişman olur. Gözünden bir damla yaş süzülür. Bunu gören oğlu, kızına dönerek ' Eşol EşxxK ömründe böyle bir su böreği yapıp ta sofraya koydun mu? Utanmadan babaannenin böreğini beğenmiyorsun. Kadıncağız bu yaşına rağmen yapmış ta ilçeden buraya kadar getirmiş' diye 
fırçalar. Sonuç mu? O dakikadan sonra o sofrada yemekler nasıl yenildi bilinmez…

Sevdiğim bir dostumun ailesinde yaşadığı ve toplumda bolca yaşanan bu tür olaylara bağlantılı olarak bir iki cümle ders çıkarmak gerekirse;
 Öncelikle yaşlılık dönüşü olmayan bir yola girmektir. Bu yola ömrü olan herkes girecektir. Bu nedenle 'çam sakızı çoban armağanı' misali eksik te olsa, hata da olsa aile büyüklerimizin halishane niyetle getirdikleri hediyeler KESİNLİKLE küçümsenmemelidir. Aynı sözler anneye denilse belki alınmaz ama babaanneye-anneanneye denildiği zaman şeddeli ağırlık yapar. Gönül dünyası yıkılır. Bugün köyden kentten gelen yaşlılarımız evlatlarının evinde rahat edemiyorlarsa bunun temelinde onlara meşguliyet verilmemesi yatmaktadır. Her insanın iyi kötü becerdiği bir mahareti mutlaka vardır. Örneğin, evimizde bulunan yaşlımıza ayda yılda '' hadi anne -anneanne - babaanne sen eskiden helvayı güzel yapıyordun, bir helva yap ta yiyelim'' denebilirse, o seksenlik yaşlımız kendisine değer verildiği için tabiri caizse mutfağa uçarak gider. Tutmayan ayaklara, yorulan kollara can gelir. Yine de beğenmezseniz yemiş gibi yapıp çaktırmadan helvasını çöpe atın. Ama onun gönül  dünyasından geçecek olan gizli veya aşikâr duasını ne olur kaçırmayın… 

İşte size aile büyükleriyle ve dolaysıyla büyüklerine düşkün olan oğullarıyla, kızlarıyla  geçinmemin en kolay püf noktası. Ama maalesef ne bunu teklif eden olur ne de yapılsa bile torunlardan yiyen olur. Halbuki eskiden bir tas çorbaya on kişi kaşık sallar, bir mecliste bulunanlar aynı bardaktan su içerdi. Hijyenliğin H'ı düşünülmezdi. Belki bu kadarda bulaşıcı hastalık yoktu. Bunu elbette savunmuyoruz ama şimdi yaşlılarıyla aynı sofraya oturmaktan imtina eden nesillere doğru yol alıyoruz… Bu yollara mutlaka gerekli oranda trafik lambası konulması lazımdır. Bu noktada en etkili olacak yine işini gerçek manada önemsemiş öğretmenler ve din görevlileri gelmektedir. Bir öğretmen isterse elindeki öğrenciyi hamur gibi yoğurur, arzu ettiği şekli aldırır. Vitrine koyar. Lütfen hemen olmaz demeyin örnekleri çoktur. İnanmazsanız deneyin efendim. Peşinden televizyonlardaki diziler, medya vs. gelir. Yoksa Ey Uzman, 'eski çamlar bardak oldu dersek' telafisi mümkün olmayan kazalar çoğalır… 

ÖZETİN ÖZETİ:  Büyüklerin DUASI küçüklerin BELASINI def eder.