HABER/YORUM EROL TAŞKAN
Ömrünü adadığı ilim ve kültür yolunda, Çorum için ulu çınar olarak ifade edebileceğimiz Abdulkadir Ozulu hocamızın gönül dergahında, muhabbet çayının demini tatlandıran ev sahipliğine misafir olduk.

Her cuma namazının ardından, evinin altındaki mekanını ve gönlünü dostlarına açan değerli hocamızı, sağlık ve afiyette görmenin şükrünü yaşıyoruz. Allah sağlığını daim, ömrünü uzun eylesin inşallah. 
Aklım erdi ereli olmasa da, İmam Hatip Ortaokulu'na başladığım 1980 yılından beri tanıdığım kıymetli hocamı okuldayken hocamız olarak bildik. Mesleğe adım attığım yıllardan beri de, sadece öğrencilerine hizmetiyle değil, tüm Çorum'a olan hizmeti ve aşkıyla da yakinen tanıdık hocamızı. 


Deniz derya bilgisinden öte, davranışı, karakteri ve öğütleriyle de her daim yolumuzu açan oldu. 
Abdulkadir Ozulu ismi, kendisini her tanıyanın gönlünde markalaşmış bir değer ifade ediyor. Sürekli okuyan, sürekli kitaplarla hemhal, elinden kalemini hiç düşürmeyen, konuşma başladı mı, saatlerin nasıl geçtiğini dahi hissedemediğiniz bir kültür çağlayanı. Kim ki bu çağlayanın kıymetini bildiyse, o çağlayanın berrak sularından kana kana içmiştir. 
Bugün sağlık bakımından bazı rahatsızlıkları olsa da, ne dostlarından ne de ömrünü adadığı kitaptan ve bilgiden vazgeçmiyor. 
Biz de bu gönül dergahından nasiplendik çok şükür. Selam verip elini öperek hal hatır sorduğumuz hocamızın mütevaziliği, bizi evladı yerine koyup gösterdiği şefkati, bir kez daha yüreğimizi coşturdu. 
Sabırla ve mutlulukla misafirlerini ağırlıyor, ikramlarda bulunuyor. Nefes darlığına rağmen, muhabbete iştirak ederek, kendisine sorulan sorulara cevap veriyor. Morali çok yüksek, haline  olan rızası, en küçük bir şikayeti bile dile getirmemesi tevekkülünü gösteriyor.


Gazeteyi sordu, tüm arkadaşlarımızı tek tek sorup herkese ayrı ayrı selam iletti. Yıllardır bize kattığı ve kazandırdığı onca değer ve emeği yetmezmiş gibi, hâlâ benim yapabileceğim bir şey var mı dercesine bakışı ve yaklaşımı, babacan duruşu, bizi sahiplenişi...
İşte tüm bunları hangi sözle ifade edip, minnet ve teşekkürümüzü hangi lisanla aktaracağımız konusunda bizi aciz bırakıyor. 
Bir insan, bir memleket dolusu insanlar tarafından Koca Çınar diye adlandırılmıyor elbette. Milletin ittifak ettiği bir konu varsa, elbette ki onun temelinde bir ömrü memleketine, memleketinin eğitimine, gencine-yaşlısına adadığı bir ömür olmalı ki, o zaman insana Koca Çınar denilsin. 
Gelip selam veren, hal hatır sorup müsade isteyenin yanı sıra, oturup sohbete iştirak edenler var. Hepsi birbirinden değerli arkadaşları hocamızı hiç yalnız bırakmıyor. Birisi ikramlık çayların vazifesini üstlenirken, bir başkası günün durumuna göre çayın yanındaki ikramlıkları alıp servis hazırlamakla meşgul.


Tam o sıra kapıdan beliren yaşlı bir beyefendi, Azapahmet Camii'ne ismini veren Azapahmet'le ilgili bir soru sordu. Kapının ağzından adres sorar gibi de bir hali vardı. Abdulkadir Ozulu hocam, kapının kıyısında bekleyen adama cevap verdi. Sonra adam sorusunun nedenini ifade etti. Derken bir kaç cümlelik sorunun devamı geldi. 
Şu an ismini hatırlayamadığım beyefendi, aldığı cevapların netliği ile kısmen şaşkındı, zira bu tür sorulara net cevap bulabilecek bir kimseye denk gelmek öyle kolay değil elbette. 
Ben bu sırada lafa karışıp, hocamızı tanıyıp tanımadığını sordum. Yani demem o ki, acaba bu beyefendi sorularına net ve doğru cevaplar alacağı ismi ve adresi biliyor muydu? Meğer hiç biri değilmiş, oradan geçerken kapıyı açık görünce, adres sorar gibi soru sormuş. Yani ne hocamızı tanıyor, ne de hocamızın deniz derya bilgisinden haberdar.
Böyle olduğunu anlayınca, çok doğru bir adrese ve doğru insana geldiğini söyledim. Zaten adam aldığı cevaplardan doğru yere demir attığını anladı. Konusu da Seydim'de medfun Seyit Murat Hazretleri'nin ve ailesinin kabirlerini bulmakmış. Şura bura derken, belki de kütüphanelerde bile bulamayacağı bir bilgi ile muhatap olan yaşlı adam, hocamızın mütevazi davetiyle bir sandalyeye yerleşip, sohbete dahil oldu. 
Bunları anlatıyor olmamın sebebi, konuyu hocamızdan alıp, Seyit Murat Hazretleri'nin türbesine getirmekten çok, bu araştırmanın adresinin hocamızın bu gönül dergahına tevafuk etmesidir.
Bu dergahın çırası halen yanıyor, bu gönül dergahının ışığı her daim aydınlatmaya devam ediyor. Kim ki bir tatlı muhabbet arar ve her kim ki şu aziz memleket için çarpan bir yürek görmek ister, yolu dün de hocamızın hanesine düşmüştür, bugün de yolu bu haneye düşmeye devam etmektedir. Biri tarif etsin etmesin, gönlünü tam tutanın yolu mutlaka hocamızla kesişmiştir. 
Çok şey dinledim hocamızdan, her sözünden istifade ettik, edep aldık, irfan bulduk. Ömrü kitaplara sığmaz hizmetler ve çabalarla dolu hocamızın bir Yeşil Erik hikayesi vardı ki, her defasında bu hikayeden ders aldık. Anneye olan düşkünlüğün ve ona ömür boyu gösterilmesi gereken hürmet ve vefanın ölçüsü oldu bizim için.

 

İŞTE O ANLAMLI HİKAYE
22 Yıldır Neden Yeşil Erik Yemiyor?
Köşe yazarımız, Çorum'un emektar hocası Abdulkadir
Ozulu'nun 22 yıldır yeşil erik yemediğini, hüzünlü bir hikâye ile öğrendik. Kıymetli hocamızın 2 2 yıl önce kaybettiği merhum annesine duyduğu hürmet, özlem ve acı bir hatıranın sebep olduğu yeşil eriğin hikâyesi, 76 yaşında olsa bile her evladın anne-babaya karşı duyduğu özlemdeki bebeksi hisleri gözler önüne serdi.
Ziyaretimize gelerek, eşsiz sohbetinden istifade ettiğimiz kıymetli hocamızla yarenleşirken, söz gençlik yıllarına ve oradan da anne-baba ile ilgili hatıralara geldi.
Karşımda 76 yaşındaki dev bir çınar olan Abdulkadir hocam, merhum anne ve babasından söz ederken birden duraksadı. O koca çınar, dokunsanız ağlayacak küçücük bir yetime, boynu bükük bir öksüze dönüştü. Buğulanan gözleri ile içimize ok gibi saplanan bir anısını paylaştı.
Merhum annesi Asiye Hanım, 1994 yılında vefatından bir hafta evvel, hocamızdan, içinin yangısını söndürmek için yeşil erik istemiş. Annesinin hasta halinde gönlüne düşen yeşil eriği aramadık yer bırakmayan Abdulkadir Ozulu, bunları anlatırken o günleri tekrar tekrar yaşar gibiydi.
Hep gülüşüne alıştığımız bakışları buğulandı, söz ağzından zorla çıkar oldu. "Çorum'u karış karış dolaştım, bulamadım. Manavların yığıntı kasaları arasında bir tane bile bulsam, anacığımın gönlünü alırım diye ümitlendim. Canlı ve taptaze olmasına bile gerek yoktu, buruşmaya yüz tutmuşunu bile bulsam ümidiyle halin altını üstüne getirdim. Bulamayınca Ankara Hali'ne haber gönderdim. Orada da bulamadım. Çok üzülsem de elimden bir şey gelmedi. En azından kuru erik alayım yesin diye, erik kurusu alıp götürdüm." sözleri üzgün bir tonla döküldü dilinden.
Başını eğip, içini yakan fırtınanın dinmesini bekledi, gözlerine yüklenen damlaları içine akıttıktan sonra çektiği derin bir nefesle, anne-baba kıymetine ilişkin altın gibi nasihatlerde bulundu.
İçimize yer eden saygı ve sevgisini izhar etmek adına acizane kaleme aldığımı şu bir kaç kelamın içine, bu hatırayı nakşetmeyi elzem saydım. 
Ve işte böylesi bir hassasiyetin inşa ettiği bu sağlam karakterin, ilim ve irfanla süslenerek vücut bulmuş halinin misafiri olmanın şerefiyle şereflendik bir kez daha. 
Allah uzun ömürler ihsan etsin, sağlık versin, sıhhat versin inşallah. Bilvesile ile hocamızın halinden tüm sevenlerini haberdar etmek niyetiyle de kaleme aldığımız bu ifadeler, bu gönül dergahının berrak çağlayanından nasipleniyor olmanın şükrünün de ifadesidir. 
Hocam sizi çok seviyoruz...
Size minnettarız....
Yıllardır bize kattıklarınız için, bu topluma kattığınız tüm emekleriniz ve değerler için. Gönüllerde yer tutuşunuzdaki ömürlük çabalarınız için, bize örnekliğiniz ve bize gösterdiğiniz baba şefkati için, size sonsuz kez minnettarlığımızı ve hürmetlerimizi sunuyoruz.