HABER/YORUM: EROL TAŞKAN
Zübeyde Hanım Engelli Eğitim Merkezi'nden mezun olarak hayata tutunmaya çalışan 27 yaşındaki engelli genç Eren Perk, hurda topladığı Sanayi Sitesi'nde adeta herkesin gözbebeği olmuş.

Tatlı dili ve güler yüzüyle hemen hemen tüm esnafın gönlünde müstesna bir yere sahip olan Eren, yaz kış demeksizin topladığı hurdalarla aile geçimine katkıda bulunuyor. 
Eren'i el arabası kullanırken seyretmesi bile insana keyif veriyor. Aldığınız keyif, onun hurdacılık yapıyor olmasından değil, onun işinden aldığı hazdan payınız olarak sizin için ayırdığı mutluluk.
Sanki son model otomobil sürer gibi keyifle sürdüğü el arabasının ayaklarını arada bir asfalta sürterek çıkardığı sesle, kendi gelişini hissettiriyor.
Başkası yapsa kulak irdeleyici olan bu sese esnaf alışmış. Sanki drift atan bir aracın sesi gibi geliyor esnafın kulağına.
Bu ses Eren'in habercisi, ardından da gül yüzüyle, gülen gözleriyle beliriyor kapının eşiğinde. 
Esnafın gönlünde O'na yasak yok. İster tezgahın yanına, isterse patronun bürosuna çıkabiliyor. Teklifsiz hem de.
Çay saatiyse çay, yemek saatiyse yemeği hazır her zaman. İzin almadığı hiç bir şeye dokunmuyor. Hangisinin işe yarar hurda olduğunu, hangisinin işine yaramadığını da bir eksper edasıyla ölçüveriyor. Sorduğunuzda "biraz" kazandığını söylüyor. En net verdiği cevap ise, hem de gür bir sesle, "Bizde çalma olmaz, patron ne verirse o yeter." oluyor. 
Öğrencilik yıllarından tanıdığım Eren, okul müsamerelerinde kendisine verilen görevi hangi ruh hali ve ciddiyetle yapıyorsa, hurdacılığı da o derece ciddi ve severek yapıyor.
Yani demem o ki, öğretmenleri gerçekten Eren'i hayata hazırlamış. Burada altını özellikle çizmek istediğim konu şu ki, Eren'in evden çıkabilmesi, kendi başının çaresine bakabilmesi demek, Eren'in hayata tutunuşunun temeli demek. 
Üstüne kazandığı ne kadar kabiliyet ve beceri varsa, Eren için büyük bir başarı ve kocaman bir azim demek.
Birileri "Eren'e okulda hurdacılığı mı öğretmişler?" diyebilir tezinden hareketle bu açıklamayı gerekli görüyorum zira, Eren'in toplumda kendine yer bulup hayata tutunabilmesi, herhangi bir gencin tıp fakültesini kazanmasından daha değerli ve daha önemlidir. Bu pencereden bakınca, Eren'le birlikte, ona emek veren öğretmenlerini ve ailesini gönülden tebrik etmemek haksızlık olur. 
Kendince ihtiyaçları var, öncelikleri var; Kurban Bayramı için kurbanlık parası biriktirmek, bir de köyde yapılacak düğün için takım elbise almak Eren'in çalışma gerekçesi. 
Selam verip dualarla uğradığı işyerlerinden hurda alıp çıksa da, gönlünden ve dilinden bıraktıkları aldıklarından daha çok. 
Eren'in girdiği işyerinde hurda varsa, Eren hemen izin isteme moduna geçiyor. İş yeri sahibi Eren'le muhabbeti artırmak için biraz naz edince, ikinci fasıl olan dua boyutu devreye giriyor. 
Tertemiz yüreğinden süzülüp, o tatlı dilinden dökülen dualar, bir mık gibi çakılıyor dükkanın orta yerine. Çıkan izin Eren'e dünyalar kadar mutluluk saçıyor. Eren işyeri sahibinden daha bonkör aslında. Kendi gönlüne saçılan mutluluğun tümünü o işyerine savuruveriyor.  Aldığından fazlasını bırakıyor gönüllere.
Bir avuç hurda talaşı alıyorsa da, bir tatlı huzur bırakıyor gönüllere. 
Geri dönüşüm denilen şeyi, en layıkıyla yapıyor aslında. Hem malzemeyi geri dönüştürüyor, hem de kendisine sunulan sevgi ve muhabbeti geri dönüştürüp, arıtıp-damıtıp sunuyor bir saki gibi.
İyi ki varsın Eren.
İyi ki dört duvar arasında değil, aramızdasın.
Çalışmanın erdemini senin gülen yüzünden, gülen gözlerinden örnek alıyoruz. Taşıdığın hayat yükü gözümüzü korkutsa da, saflığın ve temizliğine imrenmeden de edemiyoruz. 
Eren'e el verenlere, Eren'e gönül verip Eren'in gönlünü görenlere selam olsun.