Değerli okuyucularım, dinin belirlediği parasal zekâtın yanında her mesleğin bir zekâtı vardır. Doktorluğun zekâtı hastasına şefkatle yaklaşmak, öğretmenliğin zekâtı gerektiğinde ders harici öğrencisinin bir sorusunu çözmek veya özel uğraşı vererek bir sınava yönlendirmek vb. İlimin bilimin zekâtı da öğrendiğini basınla, sosyal medya aracılığıyla toplumla paylaşmak bilgilendirmek ilgilendirmek ve buna mukabil tanımadığın insanlardan gıyabi dua alabilmektir. Kendi adıma dünden bugüne buna önem veren birisiyim. Bana düşen bildiğimi arz etmek, çünkü herkesin herkesten öğreneceği bir şeyler mutlaka vardır. Kabul veya ret etmek muhatapların kendi bileceği iştir. 

Değerli dostlar,  ''Eskiden bu kadar hastalıklar yoktu. Çünkü yediğimiz içtiğimiz sınırlıydı. Menşei belliydi. Ama şimdi, ne yediğimiz ne içtiğimiz belli değil. Kullandıklarımız hayatımızı kolaylaştırıyor, yediklerimiz ağzımızı tatlandırıyor ama buna mukabil vücudumuzu sinsi sinsi kemiriyor. Sonra da hayatımızın baharında deviriyor.'' Türü söylemleri duymayanımız yoktur.  Adını bile telaffuz etmekten imtina ettiğimiz hastalıklar günden güne çığ gibi büyüyor.  Aileleri derinden yaralıyor. Lakin gel gör ki, eğitimlisinden eğitimsizine, büyüğünden küçüğüne kadar bu hastalıklara davetiye gönderen hususlardan uzak kalmaya ne irademiz yetiyor ne de imkânımız var.  

Buna mukabil gencecik nesillerin göz göre göre eriyip gitmesine insanın gönlü dayanmıyor be azizim! İşe yarayıp yaramayacağını bilmeden, karınca misali İbrahim'in ateşine su taşımak istiyor.
Ne, nasıl yapılır bilmem amma bu noktada toplumsal seferberlik mutlaka ilan edilmeli. Bilinçlendirme noktasında devletimiz elinden geleni yapıyor ama biz toplum olarak maalesef bile bile yapmasını seven bir yapıya sahibiz.  En basiti araç kullanırken emniyet kemerinin hayat kurtardığını, cep telefonu kullanmanın kazaya sebep olduğunu hepimiz biliyoruz ama tersini yapmaya da devam ediyoruz. Bunun için en tesirli yöntem suyun baştan kesilmesi hesabı, hayatımızı kolaylaştıran ama buna mukabil kanserojen üreterek hastalılara ve akabinde ölümlere sebep olan A'dan Z'ye ne varsa çok sıkı bir denetimle sınır konulması veya sigara da olduğu gibi üzerine herkesin rahatça okuyabileceği şekilde ''BU ÜRÜN KANSEROJEN İÇERMEKTEDİR'' türü uyarı yazılması çok önem arz etmektedir diye düşünüyorum. (Bu hususta ki önerimi BİMER'E de yazdım)

ANTİBAKTERİYEL TEMİZLEYİCİLER:
Sabun, losyon, jel ve ıslak mendiller bu gruptandır. Bunlar yeni nesil zararlı kimyasallardandır. Vücudumuzda, ellerimizde bakteriler var ama hepsini de yok etmemeliyiz. Çünkü içinde yararlı olanlar da mevcuttur. Bu kimyasalları kullandığımızda ellerimiz tertemiz oluyor ama diğer taraftan bunların ana maddesi olan ''Triklosan'' kullanıyoruz. Dolaysıyla bir taraftan bakterileri öldürürken diğer taraftan deri yoluyla vücudumuza triklosan geçiyor. Bu da çok zararlı bir kimyasaldır. 

Bu nedenle, başta ABD olmak üzere,  diğer gelişmiş ülkeler antibakteriyel temizleyicilerin marketlerde satılmasına çok ciddi sınırlamalar getirmişlerdir. (Atatürk Üniversitesi-Doç Dr Önder Metin) 
Biz de ise maalesef peynir ekmek gibi satılmakta ve 7/24 kullanılmakta, tabiri caizse lavabo karşımızda dururken bile ıslak mendillerle elimizi ağzımızı siliyoruz. ( Hele hele ıslak mendiller ağza hiç sürülmemelidir diye uyaran uzmanlar var)

Sonuç itibariyle; Günlük hayatımızı kolaylaştıran ama kanserojen yapan kimyasallarla yaşamak mayınlı tarlada piknik yapmak gibidir. Zira siz güle oynaya çoluk çocuk eğlenirken mayının nerede, ne zaman patlayacağı belli olmaz. Ve patlarsa bir an da hayatınızı karartabilir. Kanserojen üreten kimyasallarda aynen buna benzer. Hayatın baharında yazında Allah korusun sizi / sevdiklerinizi amansız bir hastalığa duçar bırakır ve ahir ömür hastane köşelerinde geçer.