Muhtemelen her insanın kendisine sorduğu en önemli sorulardan birisi de "Yaratılış Amacı"dır. Geçenlerde izlemiş olduğum, İngiliz bilimkurgu yazarı Alastair Reynolds'un 2006 yılında yayımlanan "Zima Blue and Other Stories" isimli kitabından uyarlanmış bir animasyon, her ne kadar sadece 10 dakikalık bir yapım olsa da hakkında saatlerce düşünülecek ve sayfalarca yazı yazılacak bir felsefeye sahip. Bu yazımda sizlere, Türkçe'ye "Zima Mavisi" olarak çevrilmiş bu kısa filmden ve onun "Yaratılış amacına" bakış açısından söz edeceğim.
İmkanı olan herkesin bu kısa filmi izlemesini tavsiye etsem de kısaca bu filmi anlatmak istiyorum. Filmde, robot teknolojisine hayli ilgili bir kadın kendi şahsi ihtiyaçları için sürekli robot üretir. Lakin bu robotlar içerisinden en çok havuzun fayanslarını temizleyen robotu sever. Bu robotun yaptığı tek şey, havuzun seramiklerini ovalayarak temizlemek olsa da bu kadın, robot gelişimlerine çok ilgi duyduğu için sürekli onu geliştirmek ister ve ona bir görüş sistemiyle etrafındakileri modelleyebilmesini sağlayan bir yapay zekâ takar. Robot da bu sayede havuzu daha iyi temizlemeye başlar. Sonra sahibi ölür ve bu robot başka bir sahibin eline geçer. Yeni sahip de robota yeni özellikler takar, o öldüğünde de bir sonraki sahip aynı şeyi yapar derken bu robot, artık bilinçli bir canlıdan farksız hale gelir. Son sahibi de öldüğünde, robot artık insan üstü bir zekâya erişir ve kendine "Zima" ismini takar. Zekâsıyla insan portreleri çizen bu robot, zamanla bunla yetinmeyip uzaya ve dünyaca en çok aranan şeylere dair resimler çizmeye başlar. Zamanla, bir şeyler başardıkça hırsı onu daha da iyisini yapmaya iter. İnsanlar artık ona ve onun mükemmel resimlerine tabiri caizsem tapmaya başlar. Tabi bunlar dahi açgözlü robotumuza yetmez. Günlerden bir gün, uzayı resmettiği yeni ve harika bir resminin ortasına mavi bir kare çizer. O günden sonraki her resimde, aynı renk bir kare daha da büyük yer kaplamaya başlar ve zamanla resmin tamamı maviyle kaplanır. İnsanlar bunun nedenini hiçbir zaman anlayamazlar çünkü Zima kimseye bir bilgi vermez. 
Zima'nın açgözlülüğü son raddeye geldiğinde, göktaşlarını-hatta gezegenleri-maviye boyamaya başlar ve bu renge de "Zima Mavisi" ismini verir. Artık herkesin hakkında konuşmakta olduğu Zima'nın, 'robot parçaları takmış bir insan' olduğu düşünülür. Oksijene ihtiyaç duymayan, ileri düzey görüş yetisine sahip, sıcaktan ve basınçtan asla etkilenmeyen üstün bir insan olduğu... Zima-yani akıllı robotumuz-yaptığı her tabloda yaşam amacını arar ve hep işleri daha ileri götürür. Yaptığı her resmi, taşları ve gezegenleri maviye boyaması; aslında yaşam amacını aramasının bir sonucudur. Yaşam amacını bulmak için lavlarda yüzmekten ekipmansız uzaya çıkmaya kadar her şeyi yapan Zima, bir gün röportaj vermek için bir gazeteciyi çağırır. Gazeteciye; en büyük eserini, ertesi gün sergileyeceğini söyler ve tüm hikâyesini baştan sona o gazeteciye anlatır. Zima'nın insan olmadığını öğrenen ve tüm bu eserlerin, bu çılgınlıkların, deneyimlerin; aslında Zima'nın yaşam amacını öğrenme çabasının sonucu olduğunu öğrenen gazeteci; şaşkına döner ve şunu sorar, "Neden Zima mavisi?" Zima'nın bu soruya verdiği cevapsa, "Sahibim beni icat ettiğinde tek işim havuzun taşlarını ovalayarak temizlemekti. O havuzun mavi taşlarına imalatçı, "Zima Mavisi" adını vermişti. Ben, ilk onu gördüm. Zima Mavisini. Bütün her şey, onunla başladı. İlk bildiğim şey oydu. Ve de tek bilmem gereken şey..."
Ertesi gün, bütün televizyon kanalları ve bütün şöhretli insanlar Zima'nın sunumuna gelir. Lakin gittikleri yerde, sadece koca bir havuz vardır. Zima'nın resimlerinde kullandığı ve gök cisimlerini boyadığı renkte bir havuz. Zima sahneye gelir. Kendisine hayran olan insanlar, şaşkınlık içerisinde onun ne yapacağını beklerken Zima, ellerini açarak suya dalar. Bütün beyin fonksiyonlarını kapatır. Kollarını, bacaklarını ve gövdesini parçalar. Ve geriye sadece, hikâyenin başındaki 'tek işi havuzun fayanslarını temizlemek olan robot' kalır. Tüm dünyaca ünlü sanatçı, tüm dünyanın gözleri önünde intihar eder ve arayışı, en sonunda biter.
İşte, bana göre, cilt cilt kitaplarda anlatılacak konuyu en sade ve akıcı haliyle 10 dakikaya sıkıştırmış, tam bir sanat eseri. Zima, aslında çok basit ve bir o kadar sıradan bir iş için yaratılmıştı ama sonradan sahip olduğu o görkemli şeylerden çok daha anlamlıydı bu işi. Çünkü o sıradan işi, onun yaratılma amacıydı. Zima başlarda, hepimizin yaptığı bir şeyi yaptı ve yaşam amacını dışarıda aradı. Hem de bunu, hepimize tanıdık gelecek bir davranış sergileyerek dünyaya ve evrene hâkim olmaya çalışarak yaptı. Yine de tüm dünyaca tanınmak ve takdir edilmek, dünyaya, gök taşlarına ya da eşsiz sanat eserlerine sahip olmak; açlığını asla gidermedi. Tam aksine, daha büyük bir arayışa sürükledi onu. En son, zekâsının ve sanatının en ileri seviyesinde gördü ki yapabileceği en iyi şey, yaşam amacına geri dönmekti. En büyük tatmin seviyesine ulaşınca basitliğe geri dönmek... Bence bu kısa film, her daim en iyisine çabalayan bizlerin gayelerinin ne denli yanlış yönde olduğunu gösterir nitelikte. Başka bir deyişle mutluluğun, en mükemmelde olmadığını söylemekte.