1995'te dayatılan bir ateşkes metni: Dayton. Sözde silahları susturup barışı inşa edecek bir "antlaşmanın(!)" metin dili ne Boşnakça, ne Hırvatça ne de Sırpça. Bosna-Hersek'in üç entitesi bu ateşkes metnine göre kurucu halklar olarak kabul edilmişti. Ancak üçünün de tepesinde bir güç hissettirmek için metin İngilizce yazıldı. "Bunun ne önemi var?" diye sorabilirsiniz ama bugün dahi metin hala İngilizce haliyle anayasa hükmünde. Dolayısıyla sadece bu zaviyeden bakıldığında dahi ülkeye ait olmayan, Bosna'nın gerçekleriyle uyuşmayan dayatmalardan ibaret olduğunu görebiliyoruz.
Yine ilgili metin ülkede 10 kanton, 13 hükümet başkanlığı, 3'lü konsey - ki bunlar 8 aya bir dönüşümlü devlet başkanlığı yapmakta- ve 400'e yakın bakan ortaya çıkardı. Yetmediği gibi uluslararası temsilci adı altında bir de "Yüksek Temsilci" atandı. Devleti siyasal yönetim anlamında sakat bırakan ve tabir yerindeyse "deli gömleği" olan bu antlaşmanın daha önceki birkaç yazıda da ifade ettiğimiz üzere antlaşma değil, ateşkes olduğunu vurgulamıştık. 
30 yıllık siyasi çıkmazlara rağmen örneğine rastlanılmamış bir şekilde ülke yönetilmeye çalışıldı ve düşe kalka yönetildi(!) Ancak her zaman bıçak sırtında, pamuk ipliğine bağlı ve her an savaşa hazır anlayış ülkenin tüm damarlarına/dinamiklerine nüfuz etti. 
Gelinen noktada konseyin mevcut başkanı Bosnalı Sırpların temsilcisi Milorad Dodik, ayrılıkçı söylemlerini her fırsatta dile getiriyor ve bağımsız bir ordu kurarak entiteden ayrılacağını ilan ediyor. Söylemlerini daha ileriye taşıyarak kendilerine uluslararası herhangi bir müdahale olursa dostları tarafından korunacaklarını da açıklıyor. 
Bu iki argümanı değerlendirdiğimizde büyük fotoğraf daha da netleşiyor. Birincisi Dodik, bağımsız ordu kuracağını ilan ettiğinde sadece söyleme takılmamız doğru değildir. Olası bir bağımsız ordunun silahları direkt Sırbistan'dan gelecek, bunu bilmemiz gerekiyor. Böyle bir durumda Dayton ihlal edilmiş olacak ve savaş fiilen başlamış kabul edilecek. 
İkinci söyleme baktığımızda uluslararası dostları kendilerini korumaya başladı bile. Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi olarak atanan Christian Schmidt, BM Güvenlik Konseyine ülkede olanlarla ilgili rapor sunup konuşma yapacaktı. Raporun içeriğinde Dodik ismi 61 yerde geçmekle birlikte Bosna Hersek'in güvenliğine, istikrarına, bütünlüğüne en büyük tehdit olarak yine Dodik'in varlığı gösteriliyor. Ayrıca devlet güvenlik güçleriyle Sırp Cumhuriyeti polisi arasında bir çatışma çıkabileceğinin kaçınılmaz ve çok gerçekçi olduğu yazıyor. Yüksek Temsilci bu durumun suçlularının isimlerini sıralarken Dodik'in yanı sıra Bosnalı Hırvatların temsilcisi Dragan Coviç'in (HDZ) de devletin parçalanması için çalıştığını işaret ediyor.
Ancak Dodik'in ifade ettiği uluslararası dostlarından Rusya -ki bilindiği üzere BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi- C.Schmidt'in rapora ilişkin sunumunu veto etti. Her iki duruma genel olarak bakıldığında Dodik ve Vuciç'in planlı, programlı ilhak girişimlerinin başladığını görebilmekteyiz. 
Dodik, kendi dostlarının çalıştığını söylemiş ve dostları da somut adımlar atmaya başlamışken biz Bosna'nın dostlarının yerinde saymasını kabul edemeyiz. Türkiye, başkanlık konseyi üyesi Bakir İzzetbegoviç'i 2 Kasım'da İstanbul'da misafir etti. Hem yapılan bu görüşme hem de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın İtalya dönüşünde yapmış olduğu açıklamalar Bosna'daki dostlarımızı memnun etti. Türkiye, Bosna'nın güvenliği ve istikrarı için her zaman destek olacağını açıklayarak diplomatik girişimlere başladı.
Bunun yanı sıra Bosna Hersek'teki sivil toplum kuruluşları ortak bir bildiği yayımlayarak Dayton'un ihlali durumunda Bosna Hersek Cumhuriyeti'nin yeniden ilan edileceğini açıkladılar. Bildirinin yayımlanması Bosna'daki tarafların olası savaşa hazır olduklarının da işaretiydi. Kaldı ki bu bildirinin yayımlanmasının hemen akabinde Bakir İzzetbegoviç, olası bir savaş durumunda kendilerini savunacaklarını ve yeterli altyapıya sahip olduklarını söyledi. 
Karşılıklı söylemlerin eyleme geçeceği öngörülmekle birlikte Bosna Hersek'teki kırmızı alarm yeni bir krizin tüm dünyaya yansıması anlamına geliyor. AB, enerji bağımlılığından dolayı yanı başında olabilecek bu savaş söylemlerine sessiz kalıyor. Eufor'un ülkedeki varlığı dahi Sırpları yapacaklarından geri durmaları için engelleyici bir güç olarak kabul edilmesini ilga ediyor. ABD, Balkanlar özel elçisi Gabriel Escobar'ı bölgeye gönderdi ve gelişmeleri yakından takip edeceğini açıkladı. 
Ancak ne AB'nin barış gücü Eufor, ne de ABD'nin bölgeye olan yaklaşımı "Büyük Sırbistan" hayallerinin peşinden koşanları engellemek için yetmeyecektir. Türkiye, daha önceki kriz diplomasilerini yürüttüğü gibi başta İslâm ülkeleri olmak üzere hemen her platformda meseleyi gündeme getirerek sıcak tutmalıdır. Bunun için de hala sessiz olan ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının yapmış oldukları etkinlik, oturum, panel, bildiri her ne varsa Bosna gündemiyle hareket etmelerini elzem görüyorum.
Bugün zihin dünyamızda, çalışma hayatımızda, sosyal ve siyasi yaşantımızda Bosna Hersek olmayacaksa, yarın çok daha trajik olarak yer alacaktır. 
"Yarın geç olmakla/kalmakla meşhurdur" 
Vesselam…