İnsanın geçmişi nasıl ki kendi şürekası için mühimse, bir milletin geçmişi de o milletin her ferdi için aynı mühimliğe sahiptir. Geçmiş, sadece içinde bulundurduğu caziplik ve bazı hususiyetler açısından değerli değildir. Geçmişin birikimi ve harsı; günümüzü ve geleceği inşa etme ile daha büyük bir değerdir kanımca. Geçmiş kendine özgü hüviyetiyle günümüzün kıvamını icra ederken klasikleri de doğurur. Evet, klasikler… Eskimeyen, modası geçmeyen, her dem taze ve canlı, klas eserler…Klasik ve geleneksel olan her daim kendine has bir içtenliğe, derinliğe, diyalektiğe ve kaliteye sahiptir. Edebiyatımızın klasikler haznesine ismini yazdıran eser ve yazarlarda bu değerlerden orantılı şekilde nasiplerini almışlardır. Edebiyatımızda klasikler olarak addedebileceğimiz birçok eser ve yazar bulunurken, akım olarak da bir edebiyat kendini klasik ismi ile müşahhas kılmıştır. Evet, demek istediğim Divan Edebiyatı… Yani edebiyatın has bahçesi.Çok yönlülük özelliğini bünyesine tahvil eden klasik edebiyat veya divan edebiyatı kendi manasında bile birçok yön ihtiva eder. Divan teriminin ilk akla geleni şairlerin şiirlerini belirli bir nizama göre tertip ettikleri kitaplardır. Diğer yandan şairlerin şiirlerini paylaştıkları ve sundukları yer olan şiir meclislerinin diğer adıdır divan. Kitap ve mekan isminden farklı olarak divanın bir de tasavvufi bir yönü vardır. Yani hesabın görüldüğü meclis… Bu tanımın paralelinde şunu da deklare etmek lazım gelir: Şair yazdığı şiirle kendini bir benzetmeyle Allah’ın divanına çıkarmıştır. Mesela divan edebiyatındaki şairlerin ekseriyetinin eserlerinden en mühimine ‘divan’ adı koymalarının temel sebebi; eserini ve kendisini O’na arz ettiğini ve başkasından değil sadece O’ndan bir şeyler beklediğini göstermesidir.İsminden ve tanımlamalarından bile böylesi bir yoğunluk olan Divan edebiyatını incelemek, irdelemek, tahlil ve terkiplerde bulunmak ciltler dolusu kitaplar ile ancak mümkün olabilir. Ancak başlığın formatından da anlaşılacağı üzere edebiyatımızın klâs, güzide, seçkin yani has yönünü ram eden klasik yani divan edebiyatı ile ilgili birkaç serencamımız oldu ve olacak.Her şeyden önce divan edebiyatı; geleneğin belirlediği hazır estetik kalıplar olan nazım üzerine inşa edilen bir edebiyattır. Güzellik ve estetik algısı ve kaygısı da bu nazım şekilleri yani mazmunlar üzerine inşa edilmiştir. Sadece manada değil biçim ve içerikte de güzeli aramaya adamış bir edebiyat elbette ki güzellik ve estetik eksenli olacaktır.Divan edebiyatında şairlerin aşık oldukları aslında güzellik ve estetik kaygısının ta kendisidir. Derin ve çok yönlü benzetmeleri ve bunun yanında mücerret ve felsefi kalıpları olan divan edebiyatını içerikte kapalı, biçimde ağdalı ve ağır kıvamı olan bir duruma getirmiştir. Bu kapalılık bazı kişiler tarafından yanlış anlaşılmaya kadar gidebilmiştir. Zira divan edebiyatındaki sevgi motifinin işlendiği bazı durumlarda eşcinsellik benzetmeleri dahi yapıla gelmiştir. Bu yanlış algılamanın en temel sebebi; divan edebiyatına has olan mücerret yönünü, felsefi tavrını ve kendine özgü diyalektiğini bilememekten ya da eksik bilmekten kaynaklanmaktadır.Divan edebiyatında güzellik araç değil amaç olduğu için, bu güzellik sadece kadınsal değil erkeksel bir misyon da taşımaktadır. Yani güzellik ve estetik; divan edebiyatında tabiri caizse idealize edilmiştir. Tabiatın ve insanın güzellikleri birbirine iltica ettirilmiştir. Divan edebiyatında tabiatın süslenmesi bile sevgili nazarındadır, sevgiliye bakarak süslenir. Tabiatın sevgili nazarında süslenmesinin nedeni; doğaya ait güzelliklerin ilahi güzelliklerin yansıması olduğunu deklare etmektir. Sevgilinin zinde olması, canlı olması, ölmemesi bu kavramın araç değil amaç olduğunu gösterir.Yani divan edebiyatı, kendisinin sonsuz bir sanat kaynağından beslendiğinin şuurundadır. İdealisttir, mekan ve zaman üstüdür ancak bu divan edebiyatının uhrevi olduğu manası taşımaz. Divan edebiyatında da dünyevi gerçeklik ihmal edilmemiş, fazlasıyla yer tutmuştur. Felsefi-mistik tavrı ve itibarı ile sonsuzluğu kucaklayacak şekilde kurgulanan, bu hususiyetlere tahvil olma kaygı, hassasiyet ve hatta ızdırabı ile yola çıkan bir edebiyatın dünyevi gerçekliği de uhrevi gerçekliği de fazlasıyla vardır demektir. Mühim olan bu güzellikleri keşfetmek, unutulmaya yüz tutan bu edebi meşki yeni nesillerimize hakkıyla tanıtabilmektir.