Önceki yazımızda Sırp yayılmacılığının arka planını değerlendirmiş ve krizin sebeplerini irdelemeye çalışmıştık. Ancak ulus-devlet paradigmasının Balkanlar'a sirayet ettiği günden bugüne bölge sürekli çatışma ve kriz alanına dönüşmüştü. Dolayısıyla bugün üretilen her çözüm milliyetçi yayılmanın etrafında şekillendiği için sadece geçici rolüyle karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle Türkiye'nin Bosna'daki krizin çözümü için sürece dâhil olması, Dodik'in ülkemize davet edilip brifing alınması, Türk Devletleri Teşkilatı'nda konunun gündeme alınarak bölgedeki ülke başkanlarına diplomatik nota verilmesi gibi parametreler ışığında yeni açıklamalar yapıldı.
Dodik, görüşme sonrasında Bosna'daki krizin sebeplerini Cumhurbaşkanımız Erdoğan'a anlattığını, barışı korumak istediğini ancak bunun için de taleplerinin olduğunu söylemesi özellikle Bosna medyasında geniş yankı uyandırdı. Gerek ülke olarak gerekse Erdoğan'ın karizmatik liderliğiyle bölgedeki taraflar üzerinde yadsınamayacak düzeydeki etkisi krizin (geçici) çözümünde şu an için katkı sağladı. 
Bunun yanında Macaristan Başbakanı Viktor Orban, bilindiği üzere Bosna-Hersek'e gittiğinde devlet başkanlığı düzeyinde temsil ve kabul edilmesi gerekilen yer olan Saraybosna yerine Sırp entitesi olan Banya Luka'da ağırlanmıştı. Özellikle bir savaş uçağıyla bölgeye gitmesi ve İslamofobik tutumlarıyla bilinmesinden dolayı olası bir Bosna Savaşı'nda tarafının Sırplardan yana olacağına işaret ediliyordu. Neyse ki Orban'da Dodik gibi Türkiye'ye davet edildi ve ortak basın toplantısında daha önce söylemiş olduğu sözlerin aksine Bosna'da barışın korunması gerektiğini ve bunun da ancak tarafların her biriyle konuşarak gerçekleşebileceğini, Erdoğan'ın taraflar üzerindeki olumlu etkisinin önemli olduğunu vurgulamasıyla çözüm arayışlarına söylem olarak katkı sağladı.
Dodik ise son yaptığı iki açıklama ile krize üretilen çözümün geçici olduğunu bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Şimdilik Bosna-Hersek ordusundan ayrılıp Sırp ordusu kurma fikrini rafa kaldırdığını ancak diğer kurumlardan çekileceklerini yineledi. Bununla beraber Erdoğan için her ne kadar krizin çözümü için odak noktası olsa da nihayetinde Boşnakların tarafını tutacağını söylemesiyle tamamen bir yönlendirme üzerine konuştuğunu doğruladı.
Özellikle bölgedeki Rusya etkisi, Balkan ülkelerindeki demokrasileri tehdit eder noktaya ulaştı. Tarihsel tartışmaların günümüze taşınmış sorunlarını kullanarak gerek Makedonya, gerekse Kosova yönetimlerini baskılamaya çalışmaları ve bunun için de Sırbistan'ı kullanmaları hem Bosna örneğini hem de Bosna çevresini ateş çemberine soktuklarını gösteriyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Sırp halkının "şeytanlaştırılmasının" kabul edilemez olduğunu, Sırp liderlere yönelik yaptırım tehditlerinin de değersiz ve gayrimeşru gördüklerini açıklamıştı. Açıklamanın devamında Dayton Anlaşması'nın Bosna Hersek'in üç kurucu halkı Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırpların eşit haklara sahip olmalarını öngördüklerini ve seçim kanunu dâhil tüm tartışmalı konularda diyaloga başvurulması gerektiği ifade etmişlerdi.
Özellikle Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani, Rusya'nın Kosova ve Batı Balkanları istikrarsızlaştırmak için Sırbistan'ı aparat olarak kullandığını söylemiş ve Belgrad yönetiminin de savaş suçlusu Miloseviç'in politikalarını tatbik etmekte olduğunu vurgulamıştı.    Osmani, Kosova'nın kuzeyinde "Sırp Belediyeler Birliği" şeklinde bir yapı teşkil edilmek istendiğini ancak bunun aynen Bosna'daki entite kantonlarına benzeyeceğini işaret ederek Sırbistan'ı Avrupa'nın kanseri olarak nitelemiş ve belediye birliği için gerekli olan anayasaya değişikliğini asla yapmayacaklarını açıklamıştı. 
Bunun üzerine Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Sırbistan'ın kimsenin aparatı olmadığını, yapılmak istenenlerin tamamen bağımsız Sırbistan'ın güvenliği için olduğunu söylemesi Osmani'nin haklılığını gösteriyor. Ancak Vucic bunu söylerken bile "Bosna-Hersek'te savaş olacak mı?" diye sorulan soruya "Gelecek beni çok korkutuyor. Bu nedenle Putin ile gerçekleştireceğim görüşme çok önemli. Barış için her şey pahasına savaşacağım fakat şartlar hiç kolay değil" diyerek Rusya'nın güdümünde olduklarını itiraf niteliğinde cevap vermişti.
Tüm bu kriz tansiyonuna rağmen iyi şeylerin olduğunu da gözlemliyoruz. Bosna'daki Hırvatların başkanlık konseyindeki temsilcisi ve Hırvat üyesi Zeljko Komsic, Sırbistan resmî haber ajansı Tanjug muhabiriyle yaptığı röportajı, muhabirin Srebrenitsa Soykırımını soykırım olarak kabul etmediğini söylemesi ve bunda ısrar etmesi üzerine yarıda keserek tabir yerindeyse "One Minute" çıkışı yaptı. 
Komsic, aynı zamanda Bosna-Hersek için mücadele eden, vatansever ve barışa katkı sağlayanlara verilen Altın Zambak Nişanı sahibidir ve Boşnaklar dâhil tüm tarafların takdirini kazanmış bir siyasetçidir. Bununla beraber Komsic, Dayton'un maddelerinden birisi olan devlet başkanlığının 8 ay dönüşümlü ifa edilmesi maddesi gereğince görevi Dodik'ten devralıyor.  Umuyoruz ki röportajda göstermiş olduğu onurlu duruşunu Bosna'daki krizin çözümünde daha güçlü bir şekilde devam ettirir. 
Konumuzdan bağımsız olarak iki durumu da bildirerek yazımıza son verelim.
Birincisi, Sancak bölgesinde Adalet ve Barış Partisi'nin (SPP) genel başkanlığına geçtiğimiz günlerde vefat eden Muammer Zukorlic'in yerine oğlu Üsame Zukorlic seçildi ve göreve başladı. Bu vesileyle kendisine muvaffakiyet dilerken babası gibi bir dehadan aldığı bu bayrağı daha ileriye taşımasını niyaz ediyoruz.
İkincisi ise Bulgaristan'da yapılan (son bir yılda 3. kez tekrarlandı) cumhurbaşkanlığı seçimleri. Seçim sonuçlarına göre Türklerin partisi olan Hak ve Özgürlükler Hareketi 4.büyük parti oldu ve anahtar parti konumuna yükseldi. Böylelikle 21 Kasım'da yapılacak olan ikinci tur için büyük ihtimalle belirleyici rolü oynayacaktır. Bu vesileyle de Bulgaristan cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Türk olması beklenmektedir. Türk olacağı için sevinmeye erken başlamamalıyız çünkü buradaki Türkler (parti yöneticileri) tıpkı Almanya'daki Cem Özdemir gibi isimlerdir. 
Balkan coğrafyasındaki gelişmeleri takip edeceğiz.
Vesselam.