Öte yandan üç bin Arap askeri ile baş komutan Kerebi Gazi uğradığı yerleri yakıp yıkıyor, Mağrip kafirlerine hiçbir şekilde aman vermeden öfkeyle ilerliyordu. Kona göçe giderken Trablus şehrine vardıklarını fark ettiler. Baktılar ki, sağlam yapılmış duvarları ve burçları yüksek bir kale… İçi insan dolu… Fersah fersah yolları var.
Raviler bu şehrin İmlak Şah adında çok kötü ve melun bir padişahının bulunduğunu söylerler. Bu kişi Ham Şah'ın amcasının oğluydu. Otuz bin silahlı askeriyle Trablus şehrinde oturmaktaydı. Asker toplayıp Ham Şah'a yardıma gitmek niyetinde idi. Kerebi Gazi birkaç tane kafir casuslarından kişileri yakalayıp onlardan bilgi aldı, üç bin askeriyle o şehrin karşısına konup oturdu. İmlak Şah'a bu durumu şöyle aktardılar. "Ey sultanımız ! Hicaz tarafından büyük bir askeri topluluk gelip kalenin karşısında konup oturmuş bulunuyorlar. Kendilerini tam olarak tanımıyorsak da her birisi gökyüzünden inen bir âfet gibi uğradıkları vilayetleri yaka yıka talan taraç ede ede gelip buraya oturdular. Başımıza bir belâdır geldi. Bunların ortadan kaldırılması gerekir." Deyip padişahlarına ricada bulundular.
İmlak Şah, hemen emir verip birkaç tane tebdili kıyafetle casuslar yolladı, Kerebi Gazi'nin askerlerinin arasına karıştılar. Gördüler ki üç bin yiğit ile çadırlar kurup oturmuşlar. Geniş bir alana hükümdar çadırı kurulmuş ki anlatmakla bitmez bir ihtişamı var. Casuslar Kerebi Gazi'nin saray gibi çadırına kadar geldiler. Baktılar ki KEREBİ Gazi divanını toplamış. Üç bin asker Kerebi Gazi'nin etrafında, onu ortaya alıp divan tutmuşlar. Casuslar çadırın kapısına kadar gelip içeriyi gözetlemeye başladılar.
İçeride bir de ne görseler iyi: Hükümdarlara layık bir taht üzerinde bir yiğit oturmakta. Kırk kol boyu uzunluğunda kızıl altın iplerle döşenip çevrelenmiş değer biçilmez muhteşem bir yer. Tahtın sahibi heybetli bir pehlivan ki onu görenler heybetinden ağızları açık kalır. Sağ ve sol yanlarında Abanoz ağacından yapılmış kürsüler üzerine Arap beyleri, Benî Zamir bahadırları geçip oturmaktalar.
Küffar casusları, askerlerin o heybetini görünce artık orada durmaya mecalleri kalmadı, doğruca gidip İmlak'a gördükleri şeyleri olduğu gibi anlattılar ve dediler ki: Ey cihan şahı oraya öyle bir asker yığılmış ki onun sayısının haddi hesabı yok. Mağrip vilayeti bunların elinden harap olur. İmlak:
-Otuz bin asker var mıdır ? Diye sordu. Onlar da:
-Çok daha fazladır, dediler.
-Peki, elli bin var mıdır ?
-Nice elli bin askerin haddi hesabı yoktur, dediler. İmlak, öfkeden âdetâ kudurdu. Korku ile tekrar sordu:
-Peki yüz bin var mıdır ?
- Ey Şah-ı Cihan, o askerin sayısını bilmeye imkan yoktur. İmlak Şah tekrar öfkeyle bağırmaya başladı.
-Ne herzeler uydurup duruyorsunuz bre işe yaramaz herifler, diyerek  yeni bir casus daha gönderdi. O da kendini belli etmeden varıp geldi ve dedi ki:
- Bu gönderdiğin beceriksizler yalan söylüyorlar, bir pehlivan ile üç bin er vardır. Pehlivanlarına Kerebi Gazi diyorlar. Amr Ma'di oğluymuş.
İmlak, öne casusları yanına çağırıp dedi ki:
- Bre işe yaramaz herifler ne diye yalan söylediniz. Onlar da şöyle cevap verdiler.
-Ey yüce padişahımız, biz yalan söylemedik, yalanı bu işe yaramaz ahmak melun söyler. Gerçi o askerler üç bin kişiden meydana gelmiştir ama içlerinde öyle yiğit bir adam vardır ki nice kerre yüz bin kişi ona denk olamaz. Çok acayip garayip bir savaş aleti var ki anlatmak mümkün değil. O pehlivanın silahını öteki yiğitlerde görmedik. Bin yedi yüz batman ağırlığında dağ gibi bir adam. Bir gürzü var ki kara dağ gibi önüne koymuş duruyor. Eğer o gürz ile cenk edecek olursa Mağrip ülkesinin askerleri ona denk olamaz. Öteki casus söz aldı:
-Ben o adamı görmedim, dedi. Tekrar gitti görüp yine geldi ve dedi ki : Şahım, o adam öyle bir yiğit ki onun heybetini görenin ödü patlar, tam yüz kulaç boyunda… İmlak Şah dedi ki:
-Ey bir işe yaramaz herifler, deminkiler kırk kulaç mı diyorlardı, şimdi sen yüz kulaç mı diyorsun. Demek ki ondan korktun o yüzden gözüne öyle göründü. Casus Cevap verdi:
-Ey Mağrip sultanı ! Ben değil ejderhalar görseler onların ödleri patlar. İmlak Şah bu sözleri işitince şöyle dedi:
    - Yiğitlerim, şu karşıdan gelenler kim ola ki. Amr Ma'di ise o ölmüştür, Mâlik-i Ejder ise iyice yaşlanmıştır. Bu gelen kim, öncelikle kim böyle yalın ayak birkaç asker ile Mağrip gibi bir ülkeye kast etmeye yeltenir. Bunu anlamadan olmaz. Bunun kim olduğunu bilmemiz lazım, dedi.  Kendi adamı olan pehlivanlarından kırk tane pehlivan ile Tâlus-ı Mağribi diye meşhur bir pehlivanını Kerebi Gazi'ye elçi olarak gönderdi ve dedi ki: "Ey yiğitlerim o gelen nâbekarlar (işe yaramaz adamlar) nasıl kimselerdir ki, derhal cevaplarını al, durumlarını öğren, bu kadarcık asker ile Mağrip ülkesine kast eden bir kimse sıradan birisi olamaz. 
Kırk tane Mağrip'li pehlivan Talus ile birlikte Kerebi Gazi askerlerinin bulunduğu yere doğru yola çıktılar. Kerebi Gazi'nin konakladığı yere ulaşınca Arap yiğitleri onları karşıladı. Onların elçi olduklarını anlayıp önlerine düştüler, alıp Kerebi Gazi'nin çadırına getirdiler. Elçileri dışarıda bekletip yiğitler içeri girdi, Kerbi Gazi'den izin istediler, İmlak Şah'tan elçiler geldiğini söylediler. Kerebi gazi destur verip Talus ile birlikte o kırk kişiyi içeri aldı.
Talus etrafa şöyle bir baktı gördü ki, altun bir taht üzerinde kırk kulaç boyunda bir yetkili çıkmış altın bir zırh içinde oturuyor. Önünde Amr Ma'di'nin o yadigar kılıcı var ki ona "Samsam" derler. Samsamı kınından çıkarıp yanına bırakmış, elini kemerinin üzerine koymuş heybetle oturuyor. Sağ ve sol kürsüler üzerine Arap komutanları, Hicaz kahramanları, Benî Zamir yiğitleri geçip oturmuşlar, üç bin bahadır asker Kereb'in makamında huzura çıkıp saf tutarak divan durmuşlar.
Talus, Kerebi Gazi'nin o heybetini görünce bir müddet hayran hayran baktı. Hemen aklını başına topladı sonra da hakanların saltanat yasalarına uyarak izzet ve ikram ile yavaşça eğilerek selam verdi, el etek öpüp durdu.
Kerep, Talus'un altına süslü bir kürsü kurdurup ona oturmasını söyledi. Mağrip askerleri de Talus'un ensesinde saf bağlayıp durdular. Sonra mükellef bir sofra kuruldu. Yemekler yendi, üzerine şekerli şerbetler içildi. Hacipler Kerebi Gazi'nin devletine dua ettiler. Sonra da Kerebi Gazi Başını kaldırdı ve onlara bakarak:
Ey yiğitler buraya kadar gelmişsiniz, ne istediğinizi söyleyin de bilelim, dedi.           (SÜRECEK)