LEĞENDE-TAVADA BANYO: Köylerde şimdiki gibi betonarme evler veya düzenli banyolar yoktu. Banyo ihtiyacı tereci diye tabir edilen odanın bir köşesinde bulunan ortalama 1-1,5 metrelik alanda giderilirdi. Görüntüyü engellemek için terecinin bazısında tahta kapaklar bulunur, bazılarında ise perde çekilirdi. Analar çocuklarını banyo yaptırmak için güğümlerde, büyük helkelerde su ısıtır, sobayı bir güzel yakar ve sobanın yakınına koydukları plastik leğenin içine çocuklarını oturtup bir güzel banyo yaptırırlardı. Banyo yaptırırken huysuzluk yapan çocuklara ise kızar ve çıplak vücuduna bir tokat indirirlerdi.
Çocukların banyo ihtiyacı ise genelde çamaşır yıkamadan çamaşır yıkamaya bırakılırdı. Hatta bu zaman bazen daha da uzardı. Diğer taraftan her ailede sabun - şampuan da bulunmazdı. Bu nokta da özellikle öğretmenlerimize çok görev düşerdi. Çünkü köy yaşamı içerisinde çocukta olsan bağ bahçe, ahırla meşgul olup veya sürekli koşturmaca içinde bulunup periyodik düzen içerisinde banyo yapmamak çeşitli hastalıklara veya en meşhuru (!) saçların arasında silkelenmeğe - bitlenmeye açık davetiye çıkarmaktı. Fakat çoğunluk aynı şekilde olduğu için kimsenin kimseye bir şey demeye hakkı yoktu. Bu nokta da duyarlı öğretmenler kırmadan dökmeden hem öğrencileri hem de ailelerini bilinçlendirmeye çalışırlardı. Çünkü kimse kendine toz kondurmaz söylenecek yanlış bir kelime köyde ailenin olumsuz manada adının çıkmasına sebep olabilecektir. Bu durum ise bazen kavgalara kadar gidebilmektedir. Bu nedenle bireysel ifadelerden ziyade genel ifadeler kullanılmaya çalışılırdı.
BAKIR LEĞENDE ABDEST ALMA: Genelde her evde bulunur ama bunu sadece evin yaşlıları (ebe - dede) veya namaza yeni alıştırılmaya çalışılan çocuklar kullanırdı. Gençlerin kullanması saygısızlık olarak algılanırdı. Bu leğenler daha çok kışın soğuk günlerinde kullanılırdı. Özellikle bağdan, bahçeden veya odundan gelen evin direği, erkeği üşümüş, yorgun olacağından ama aynı zamanda namazda kılması gerektiğinden hemen sobanın üzerindeki ibrikteki sıcak su ayarlanır, varsa torunlar, yoksa kızlar, gelinler ocaklığın önüne konan leğende abdest alması için ellerine su dökerlerdi. SAHİ ŞİMDİ DÜŞÜNEBİLİYOR MUSUNUZ, ŞİMDİ HANGİ GELİN KAYINPEDERİNİN ELİNE SU DÖKER. Veya abdest alırken çevresini ıslatıyorsun diye kızmaz.
HAVLU TUTMA: Aslında yaşlılar zorluklarıyla beraber evlerimizin nimeti, bereketidir. Kim bilir belki de bir takım bela ve musibetler onların yüzü suyu hürmetine bertaraf olur ama özeleştiri yapmak gerekirse bunun idrakinde olmak pek kolay değildir. Havlu tutma meselesine gelince evin yaşlıları veya eve gelen misafirler abdestlikte abdest alırken, hemen havlu yanan sobaya karşı tutulup ısıtılır ve abdest alan yaşlı, misafir odaya girdiğinde ıslak elini, yüzünü kurulaması için uzatılırdı. Yine bunu da varsa evdeki çocuklar, kızlar, gelinler yaparlardı.
Sahi şimdi bırakın havlu tutmayı BİR BARDAK SU İSTEDİĞİMİZDE ikilemeden çocuklarımız getiriyor mu? Dedemin, babamın, annemin çayı bittiyse doldurayım diye göz ucuyla takip ediyor mu? Veya görmezlikten mi geliyor? Yoksa onların çayını da mı anneleri dolduruyor? Dahası hafta sonu pide yaptırmaya kim gidiyor? Çocuklarımıza ÇALIŞ ÇALIŞ DERKEN belki sınavları kazandırdık, iyi bir üniversiteye yerleştirdik ama neler kaybettirdik hiç kafa yoruyor muyuz?
Değerli dostlar, bir iki cümleyle anlatmaya çalıştığım bu hususlar belki de çoğumuzun kanayan yarası ama toplum olarak biraz değil çok kafa yorarak bulunmalı çaresi diye düşünüyorum…
Şayet boş ver dersek gelecek belki bugünleri de mumla arattırır. Ne dersiniz?
Yazılarımı okuyup telefonla arayan okurlarıma çok ama çok teşekkür ediyorum.