Diyarbakır doğumlu Süleyman Nazif (1870-1927) İstiklal Harbi’nde gözünü budaktan esirgemeyen, doğru bildiğini her fırsatta söyleyebilen edip ve yazarımızdır. 1918'de İstanbul'un işgal günlerinde bu cesur tavrını orta koymuş, Doğu Anadolu Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti kurucuları arasında yer almıştır. Süleyman Nazif millî davaya sahip çıkmış, bu uğurda her türlü tehlikeyi göze almıştır. 9 Şubat 1919 tarihli Hâdisât Gazetesi’nde yayınlanan "Kara Bir Gün" başlıklı yazısı Süleyman Nazif'in cesaretini ortaya kor. Fransız işgal kuvvetleri komutanı General d'Esperey'in Fatih'in beyaz at üzerinde İstanbul'a girdiği gibi surlardan,  azınlıkların sloganları arasında beyaz at sırtında, İstanbul'a girmesi üzerine Nazif  köşe yazısından dolayı kurşuna dizilmek istenmiştir. Ancak buna cesaret edememişler, Malta'ya sürgüne göndermişlerdir. Süleyman Nazif'e bu yazıyı yazdıran sebeplerin başında varlıklarını ve dillerini bize borçlu olan Ermeni, Rum ve Yahudilerin İstanbul'un işgali nedeniyle düzenledikleri şaşaalı gösterilerdir. Yüzlerce yıldır içimizde yaşayan bu kişilerin yaptıklarına ateş püsküren Nazif, buna biraz da müstahak olduğumuzu belirterek sitem etmektedir. Yazısında: Bir zamanlar Viyana önlerine dayanan, ama 1918'de İstanbul'a giren düşmanın atalarına diz çöktüren ecdadını hatırlıyor ve onun evlatlarının düştüğü içler acısı duruma kahrediyordu. İşte Süleyman Nazif'i sürgün edilmesine yolaçan "Kara Bir Gün" başlıklı yazısı. 

"Fransız generalinin dün şehrimize gelişi münasebetiyle azınlıklar tarafından yapılan gösteri, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve talihsizliğimiz yerini neşeye ve talihe bıraksa yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzün ve teessürü torunlarımıza nesilden nesile ağlayacak bir miras terk edeceğiz.
Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e girerek,   Napolyon'un kazandığı zaferlerin taşlaşmış bir şiiri olan Zafer Takı altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntü ve azabı duymamıştı. Çünkü Fransız namını taşıyan her fert,  yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezâyirli Müslümanlar o matem-i millî karşısında aynı üzüntü ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz mevcudiyet-i millîye ve dillerini bizim hoşgörümüze borçlu olan bir kısım azınlıklığın şamata çığlıkları ile aziz matemimize ağır hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. Buna müstahak değildik diyemeyiz. Müstahak olmasaydık bu felakete uğramazdık. Her kavmin hayat sayfalarında yükseliş ve çöküşler vardır. Fransa kralı birinci Fransua'yı, İspanya kralı Şarlken'in esaretinden kurtarmış ve koca Viyana şehrini birçok kere kuşatmış bir ümmetin defter-i mukadderatında böyle acı bir satır da  yazılıymış. Her durum değişir. Arapların güzel bir sözü var: 'Isbır feinne'd-dehre lâ yesbır' (Sen sabret. Çünkü nasıl olsa zaman sabretmez. Derler. Biz sabrettik zaman sabretmedi, iki yıl sonra Fransızları Anadolu'dan attık. Günümüzde hayali Ermeni soykırım iddialarını ortaya atan Fransızlar, bunun intikamını mı almaya çalışıyorlar! Biz de Süleyman Nazif'ler çoktur, sözü gediğine kor gereğini yaparız. Fransa Cezayir'de Afrika'da yaptığı soykırımın hesabını versin.

Prof.Dr. Yaşar AKBIYIK