Hafta sonları ise resmi Çimentospor maçlarında oynuyorduk. Ortaokul bitmişti. Mahalleli arkadaşların çoğu Sanat Okulu'na gidiyordu. Annem ve babam da beni Sanat Okulu'na yazdırmak istiyordu. Kısa yoldan meslek sahibi olmamızı ve kendimizi böyle kurtaracağımıza inanıyorlardı. Ben ise hem Sanat Okulu'na gitmek istiyordum, hem de ortaokuldan arkadaşlarımla birlikte top oynadığımız Cengiz Keleş, Necmettin Hurku, Serdar, Bülent gibi arkadaşların gittiği Atatürk Lisesi'ni de düşünüyordum. Benim düşüncem derslerde başarılı olup olmayacağım değil, birlikte top oynayacağım arkadaşlarla aynı okulda olmaktı. Ama mahalleli daha çok Sanat Okulu'nu tercih ediyordu. Bir de Atatürk Lisesi'ne gidenler üst düzeyde okumak isteyenlerin tercih ettiği bir okuldu. Oysa Sanat Okulu meslek sahibi olmak, kısa yoldan hayata atılmak için tercih edilen okuldu. Bir de herhangi bir liseye hemen yazılıp gidebilirdiniz ama Sanat Okulu ve Ticaret Lisesi öyle değildi. Önce bir sınava gireceksiniz. Eğer başarılı olursanız Sanat Okulu'ndaki bölümlerden birisine yazılabilirdiniz. Sanat Okulu'nda o zamanlar dört bölüm vardı. Elektrik, ağaç işleri, torna tesfiye ve metal işleri… Mahallede top oynadığımız arkadaşlarımızın çoğu metal işlerinde okuyordu. Ben de birinci sıraya metal işlerini yazdım ve ilk tercihimi kazandım. Annem çok sevinmiş, sarılıp beni öpmüştü.
Sanat Okulu'ndayken hem okul takımında hem de Çimentospor'da futbol oynamaya devam ettim. 
EKMEK BÜFESİ
Ekmek büfesi, bizim ailenin hayatında bir döneme tanıklık ettiğinden önemli bir yer tutar.
Babam çimento fabrikasında işçiydi. Evin geçimini zar-zor sağlardı. Ne yapsın? Ailenin bütün yükü omuzlarındaydı.  Ailede başka çalışan yoktu. Sekiz kişilik boğaza bakıyordu. Altısı çocuk ve hepsi de öğrenciydi. Biz, yazın ya ayakkabı boyacılığı yapar ya da kiremit fabrikasında çalışırdık.
***
Babam ve annem güneş doğmadan önce uyanırdı. Biz okula gitmek için yataktayken sabah namazını kılar, radyoyu açardı. Sabah türküleri ile kahvaltı için bizi uyandırırlardı. Radyo, evimizin en önemli aletiydi. Stereo marka siyah kırmızı bir radyoydu. Radyo için duvara özel bir yer yapılmıştı. Annem özene-bezene kanaviçeden özel güllü örtü işler, radyonun üzerine onu örterdi. İlk zamanlarda televizyonumuz yoktu. Radyomuzsa çok havalıydı.
***
Muharrem Ertaş'ın türkü aralarında, "...kalktı göç eyledi, Afşar elleri..."  uzun hava türküsü yatakta beyninize mıh gibi çakılırdı. Anlardık ki, sabah olmuş. Şimdi bile o türküyü duymaya göreyim, o ahşap evimizdeki yatakta ya da kahvaltı masasında hemen yerimi alırım. Annem telaşla kahvaltı hazırlarken, babam da karşımda çayını yudumlar.
***
Babam artık yaşlanmaya başlamış ve 30 yıl emek verdiği Çorum Çimento Fabrikasından emekli olmuştu. Emekli olup, huzurlu bir yaşam süreceğini ummuştu. Aldığı emekli ikramiyesinin bir bölümünü bankaya yatırmış, bir kısmı ile de ahşap evimizi ciddi bir tadilattan geçirmişti. 
Evin tabanlarına tahta döşetmiş, tavan kısmını da kontrplak ile kapattırmıştı. Evin sokaktan giriş dış kapısına demir bir kapı, evin toplu diye tabir edilen giriş kapısının ön tarafındaki bölümü ise demirden camlı çerçeve ile kapatmıştı. Ev kısmen güzelleşmişti ama babamın emekli ikramiyesinin bir kısmı da gitmişti. Yeni bir daire alsa o tadilata denk gelirdi herhalde… 
Bir süre bankadaki para ile evin geçimini sağlayan babam, para suyunu çekince ekonomik yönden iyice zorlanmaya başladı. Sadece maaşa ve iki göz evden gelecek kiraya kalmıştı.
***
Sabahın alacakaranlığında güneş henüz yüzünü gizlerken karşı dağların etrafında beliren hafiften karanlığı yırtan aydınlık, güneşin doğmak üzere olduğunu gösterirdi. Hava yavaş yavaş aydınlanır ve güneş doğardı. Perde arasından sızan güneş ışınları, kahvaltı sofrasına değer, masayı aydınlatırdı.
Sokakta da yaşam uyanır, insanlarda tatlı bir koşuşturma ve hareketlilik başlardı. İşe ve okula gidenler sokağı hareketlendirirdi.
Babam, her sabah düzenli olarak eline ırbığını, süpürgesini alır, evin önünü önce sular, sonra da tozutmadan itina ile süpürürdü.
***
Bizim evin çaprazlama karşısında boş arsanın köşesinde ekmek büfesi vardı. Orada ekmek satan vatandaş işi bırakmıştı. Babam bunu duymuş ve pikap ile ekmek taşıyan Osman abiye, "evimin karşısı, hem de emekliyim ben burada ekmek satarım" demişti. 
Osman abi, eski Turan Sineması yanındaki Çek Matador isimli fırın sahibinden onay alıp, ekmek büfesini babama tahsis etmişti. 
Babam çok sevinmişti. Zaten evden ayrılmaz, kahvesi, gezmesi, avareliği yoktu. Ev ile Alaaddin Cami arasında mekik dokurdu. Büfeden günlük 4 ekmek ve 60 TL para alacaktı. 
Hem evin ekmek ihtiyacı bedavaya gelecek hem de gündelik ihtiyaçları karşılayacak 60 lira yevmiye alacaktı. (DEVAM EDECEK)