(NA'T)
7. Okursa sûre-i rahmânı billâh
 Melekler derler idi Allah Allah
Sadâsıyla halkı yakardı vallah
Dehânı gevher-efşân Muhammed

8. Zülâl-i bârî Kadrî baldan ahlâ
Tükürse bal olurdu heft ü deryâ
Hudâyı zikrederdi bülbül-âsâ
Dehânı gevher-efşan Muhammed

158. Ebî Hâle dedi yanakları hem
Münevver aya benzerdi demâdem

159. Ayın on dördü-âsâ öyle rahşân
Olur idi iki ruhsârı ey cân

160. Ederlerdi muhakkak ehl-i irfân
İki yanağına kevneyni kurbân

161. Teaccüb etme bu nazm-ı revîşe
Güneş andan utanırdı hemîşe

162. Dedi gül ruhlarıyçun İbni Affân
Gül-i ahmerden artıklardı ey cân

163. Ana vermiş idi sahbây-ı vuslât
Kadeh ruhsârına bir başka ziynet

164. Dahi ol mâşıtâ-i sun'-i kudret
Mübârek yüzüne vermiş terâvet

AĞZINA NA'T
AĞZINDAN ÇIKAN HER 
SÖZ CEVHER SAÇARDI
7. Muhammed Mustafâ (sav)'nın mücevher gibi güzel sözler dökülen ağzı Rahman Sûresini okusa hem vallahi hem billahi melekler "Allah Allah" diye bağrışırlardı,  okuyuşu ve yankısı ile halkı derinden etkiler, adetâ yakardı.
Hazret-i Peygamber (sav) Kur'ân'ı açık anlaşılır bir şekilde tane tane okur, O'nu dinlemekten herkes zevk aldığı gibi melekler de hoşlanırlardı. Rahman Sûresini okuduğunda melekler, Allah Allah! Diye nida ederlerdi. Rahman suresinde yüce Allah, "İnsana açık ve berrak şekilde düşünmeyi ve konuşmayı öğretti"149 buyurumuştur. Ayette geçen "beyan" terimi, hem düşünme hem konuşma için geçerlidir. Çünkü bir şeyi veya bir düşünceyi anlaşılır kılma yetisi konuşma ve yazı ile ifade etme gücünü kapsar. Şair, özellikle Rahman suresinde belirtilen bu anlama, anlatma yeteneğinin peygamberimizde bulunduğunu belirtiyor.  Peygamberimizin tek tip bir konuşma tarzı olmadığı yerine göre bir vaiz, bir müftü, bir hâkim, muallim, terbiyeci, aile reisi, diplomat, kumandan, fatih, geniş dostluk çevresi olan bir cemiyet adamı olarak toplumun pek çok kesimi ile muhatap olduğu için konuşmaları da ona göre olurdu. Ancak o dostuna karşı de düşmanına karşı da edeplisine karşı da edpsizine karşı da değişmeyen bir tavrı vardı: Kaba, kırıcı, küçük düşürücü, hakaret edici, ölçüyü kaçırıcı türden bir konuşma ve hitap tarzını asla benimsememiştir.
8.    Ey Kadri! Muhammed Mustafâ (sav)'nın mücevher gibi güzel sözler dökülen ağzının suyu baldan tatlıydı. Tükürse yedi derya bal olurdu. Bülbül gibi Allah (cc)'ı zlkrederdi.
Edebiyatta sevgilinin sözleri can bağışladığı gibi Hazret-i Peygamber (sav)'in de sözleri can bağışlayıcıdır dünya ve ahret saadetinin yollarını gösterir. Bal nasıl şifa kaynağı ise O'nun sözleri de baldan tatlıdır.
158. Ebi Hâle (ra) Muhammed Mustafâ (sav)'nın yanakları her zaman dolunaya benzerdi, dedi.
Edebiyatımızdabsevgilinin yüzü yuvarlak ve parlak olması nedeniyle dolunaya benzetilir. Aynı benzetmeler peygamberimizi anlatan edebi teşbihlerde de yer alır. Küfre ve kararmış gönüllere hidayet nuru saçan Muhammed Mustafâ (sav)'nın yüzü karanlık geceleri aydınlatan dolunayın verdiği ışıktan daha önemli olan bir aydınlığı küfür karanlığında kalan gönüllere kadar ulaştırmaktadır.
159. Muhammed Mustafâ (sav)'nın her iki yanağı da ayın on dördü gibi parlardı. Bu dolunay öyle parlaktır ki, kıyamete kadar dünyayı tek başıa aydınlatmaya yeter.
160. Hazret-i Muhammed Mustafâ (sav)'e gönülden bağlı olanlar, onun iki yanağına iki dünyayı kurban ederlerdi.
Kurban kelimesinde, kendini sevdiğinin uğruna feda etme anlamı olduğu gibi yakın olma ve yakınlık anlamı da vardır. Gönül ehli olan insanların hem dünyada hem de ahrette Muhammed Mustafâ (sav)e yakın olma istekleri kurban olma veya dünyayı kurban etme şeklinde ifade edilir.
161. Böyle bir üslûp ile nazım söylediğime şaşırma, abartıyorum sanma, güneş daima ondan utanırdı.
O'nun eşsiz güzelliğini görenlerin bakışları öyle bir feyz alır ki hep O'na benzemek ister. Ay ve güneşte bunlardan biridir. Yani nurlarını Hazret-i Peygamber (sav)'den alarak insanlığa yansıtırlar. Hazret-i Peygamber (sav)in nuru güneşin varlığını ortaya çıkarır. Hazret-i Peygamber (sav)'in yüzü öylesine parlaktır ki kıyamete kadar gece gündüz dünyayı aydınlatır. Ay ve güneş ise o güzellik karşısında mahcup kalır.
162. İbni Affan (Hz. Osman) Muhammed Mustafâ (sav'in gül yanakları için "dostlar o gül yanaklar, kırmızı gülden daha güzeldir" derdi.
Artık kelimesi, fazlalık çokluk üstün olma anlamlarını da içerir. Çiçeklerin şahı olan gül, edebiyatımızda ve kültürümüzde peygamberlik bahçesinin en nadide çiçeği ve peygamberlik remzidir. "Müminlerin gülü, gül yüz, gül-i ruhsar, gül-i ra'na" gibi birçok terkiple anlatılır. Arif Nihat Asya, Peygamberimiz (sav) için yazdığı na'tında:
Aişe'nin goncası / Amine'nin gülüydün…
Derken Mevlid şairi Süleyman Çelebi de;
Terlerse güller olurdu her teri / Hoş dererlerdi terinden gülleri, der.
163.    Muhammed Mustafâ (sav)'nın Cenâb-ı Hakk'a (Mi'rac'daki) vuslatı esnasında yüzünde beliren kızıllık O'nun yüz rengine bir başka güzellik vermişti.
Peygamberimiz (sav)'in parlak yanağının güneşi karanlık gecelere mehtap olurdu. Ashabın fikri şöyleydi. Cenâb-ı Hak güzellik ve ahlakta O'nu eşsiz eylemişti. Mi'raç gecesinde o ay Allah (cc)'ın bezm-i haremine gece kandili olmuştu. Allah (cc)'ın dergâhının perdesi baştanbaşa O'nun yüzünün nuru ile dolmuştu. Cenâb-ı Hakk'ın nazar-ı ilahisi ise O'na ayrı bir güzellik vermişti.
164.    Muhammed Mustafâ (sav)'nın mübarek yüzünü Cenâb-ı Hakk'ın kudretiyle yaratılıştan süslemiş olması O'nun mübarek yüzüne bir başka tazelik ve güzellik vermişti.
Maşita: Maşita'nın kelime anlamı, gelinin saçını başını tarayıp süsleyen ve onu gelinliğe hazırlayan kadın, demetir. Bu beyitte şair Cenâb-ı Hakk'ın Resûlullah'ı çok özel niteliklerle ve özenerek yarattığını söylemektedir. Bu Allah vergisi güzellik, yüzünün akını ak, alını al etmişti. O'nun nuru her yeri kaplar, gökteki ay O'nu kıskanırdı. Yüzüne sabah akşam Kurân'ın rengi düşerdi. Yüzünde sakladığı güzelliğin örtüsünü kaldıracak olsa güneş utancından erirdi. Peygamber (sav)'in güzel yüzü gecenin karanlığını ay ışığına çevirirdi.
.............................................................................
(149) Kur'an-ı Kerim, Rahman suresi, 55/4