Liyakat ve performans bir kurum/kuruluş için en önemli kavramlardan sadece ikisidir. Sonuç almak ve üretmek istiyorsanız performansın yüksek olması gerekir. Performans özellikle özel kuruluşlar açısından çok daha önem arz etmektedir. Burada performansı artırmak için liyakatli personel seçimine büyük önem verilir.
Kurum sahipleri; Kişide performans, kullanılan cihazlarda performans, işyerinde performansı en üst düzeyde yakalamaya gayret ederler.
Aslında sadakat, liyakat ve performans birbirlerinden ayrılmaz üçlüdürler. Biri olmadan diğerleri eksik gibidir. Ama hangisi öncelikli dediğimiz zaman farklı fikirler ortaya çıkabilmektedir.
Geçen günlerde sosyal medyam üzerinden mini bir anket yaptım. Ağırlıklı olarak eğitimcilerin verdiği cevaplar üzerine bir değerlendirme yapmak istedim.
Yönetici seçerken ya da kendi ekibinizi oluştururken aşağıdakilerden birini seçmek isteseniz hangisini birinci sırada seçersiniz? sorusunu sormuştum. 
Cevap olarak da:
a)    Sadakat      % 18,30
b)    Liyakat       % 66,80
c)    Performans     % 14,90 olarak seçildi.
Yirmidört saatin sonunda 54 (ellidört) takipçi soruyu cevaplandırdı. Verilen cevaplara göre dağılım aşağıdaki gibi oldu.
Anket sonucundan anlaşılacağı üzere yönetici belirleme ve yöneticinin ekibini kurma da "Liyakat" büyük ara önde çıkıyor. Aslında beklenen bir sonuç. Herkes yöneticilikte liyakatin olması gerektiği konusunda hemfikir. Kuralların ve ilkelerin olduğu bir yerde liyakat olmazsa olmazlardandır. Liyakatin olmadığı yerde ast üst ilişkilerinin bozulması ile birlikte kurum huzuru kalmaz. Kurum huzurunun kalmaması ile birlikte sağlıklı ve doğru işlerin yapılması da beklenmez. 
İslam düşünürü Farabi ise Antik Yunan felsefesinden esinlenerek adaleti, insanların hak ve layık oldukları şeylerin yerine getirilmesi olarak görmekte ve herkese payını düşeni vermek olarak değerlendirmektedir. Böylece adalet, hakkı hak edene vermeyi gerektirmekte ve hak ise bir ilke olarak kabul edilerek insanın liyakatine göre pay alması ve vermesinin sağlanmasını imlemektedir. Hatta Farabi'ye göre, bir toplumda liyakati olmayanlara birileri tarafından belirli bir paye veriliyorsa o toplumun zihin sağlığı da kaybolmaya başlamıştır. 
İslam düşünürü Farabi ise Antik Yunan felsefesinden esinlenerek adaleti, insanların hak ve layık oldukları şeylerin yerine getirilmesi olarak görmekte ve herkese payını düşeni vermek olarak değerlendirmektedir. Böylece adalet, hakkı hak edene vermeyi gerektirmekte ve hak ise bir ilke olarak kabul edilerek insanın liyakatine göre pay alması ve vermesinin sağlanmasını istemektedir. Hatta Farabi'ye göre, bir toplumda liyakati olmayanlara birileri tarafından belirli bir paye veriliyorsa o toplumun zihin sağlığı da kaybolmaya başlamıştır.
"Adama göre iş" değil, "işe göre adam" kriteri liyakat ilkesinin de en önemli özelliklerinden birisidir. Bu odaktan bakıldığında, liyakat ilkesinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu minvalde hizmet içerisinde yatay ilerleme ve dikey yükselme ile görevlendirmelerin; yeterlilik, uygunluk, başarı ölçütlerine dayandırılması liyakatin olmazsa olmazlarıdır.
Bu açılardan bakıldığında liyakat elbette ki önemlidir.
Sadakat ise liyakat ve performansı desteklemekle birlikte güven kavramını içerir. İşinde güvenmek, liyakatine güvenmek, performansına güvenmek. Aslında güven olmadan diğerlerinin çok da kıymeti yoktur. Güvenin olduğu yerde ihanet olmaz. İhanetin olmadığı yerde mutluluk vardır.
Sadakat anlayışı; "evet efendim", "pek münasip efendim", "hay hay efendim." ... gibi kavramlar olarak algılanmamalı ve uygulanmamalıdır. Yeri geldiğinde yanlışa yanlış diyebilecek erdeme sahip karakterdeki "Sadık"'lara ihtiyaç var. "...İşi ehil olana veriniz..." ayeti kerimesi ölçü olarak ortada iken "bizden olsun da , isterse çamurdan olsun." anlayışı herkese zarar verecek bir anlayıştır.
Şüphesiz ki liderlerine, kurum amirlerine/sahiplerine güvenen ve onlara saygı duyan çalışanlar, ellerinden gelenin en iyisini yapmak için daha fazla yetki alır ve motive olurlar ki bu durum da çalışanların işten ayrılma oranını ve ortaya çıkabilecek maliyetleri azaltır. Aynı şekilde çalışanına güvenen amir/kurum sahipleri de huzur içerisinde çalışır. Huzurla birlikte performans da artmış olacaktır.
Sadakatin aşırı bağlılık olarak yorumlandığı andan itibaren problemler ortaya çıkabilir. Kurum sahibi/Amirin her dediğine "Tamam" demek kurum körlüğüne sebep olabilecektir. Dolayısıyla sadakatten kasıt körü körüne bağlılık da olmamalıdır. Sadakatten kastımız kesinlikle kişi odaklı yapılanmalar, makam öncelikli örgütlenmeler olmadığını belirtmek gerekir.
Özellikle ülkemiz tarihinde olan olaylar (darbeler/darbe girişimleri vs) sadakatin daha ön planda olması gerektiği görüşünü güçlendirdiğini düşünmekteyim.  Devlet ve millet yerine bir gruba, bir zümreye sadık olanların neler yaptığını, yapabileceğini kısa bir süre önce gördü bu millet. Her yönetici, her kurum sahibi öncelikle güveneceği kişi ister. Güvenin olmadığı yerde liyakatin bir kıymeti yoktur.
Sadakat, taraf olmayı gerektirir: İşin kuralına, mevzuatına ve nihayetinde devlete ve millete taraf olmayı gerektirir.  Fakat devletine ve milletine sadakatle bağlı olmayan işin ehli olsa ne yazar, olmasa ne yazar?
Liyakatli ve performansı yüksek kişinin, kurumunu zarara uğratmayacağını kimse iddia edemez. Liyakat, performans, sadakat üçgeninde biri olmadığı zaman diğerinin eksik kalacağı şüphe götürmez. Ancak üçgenin en temel kenarının sadakat olacağını söylemek de yanlış olmasa gerek.
Her makamın bir emanet olduğu anlayışının arka planında emin olmak vardır. Yani güven. Yani sadakat. Peygamberimizin sıfatlarından birisi de bu değil midir? "Muhammed'ül Emin."
Büyük devlet adamı Nizâmülmülk, "Siyasetname" sinde ; Birlikte çalıştığı kişilerin sadakatını önceleyen yönetici, günü kurtarır; liyakatını önceleyen ise tarihte kalıcı izler bırakır... demektedir.
Allah (cc)'ın; "Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi, insanlar arasında adaletle hüküm vermenizi emreder." ( Nisa, 58) kelamını göz ardı etmeden sadık, güvenilir insanların bulunması ümidiyle emanetin ehil olana verilmesi.
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…