Menkıbeleri:
Çerkez Şeyhi’nin konağında her an ziyaret ve irşat vaki idi. Geleni güler yüzle karşılar, izzet ve ikramda bulunurdu. Mescidinde namaz kılınır, Kur’an okunur, sohbet yapılırdı. Şeyh Efendi, müritlerine ve cemaate İslam ve tasavvufunu, adabını anlatırdı. Onların her haline yön vermeye çalışırdı.

 

Ahmet Lütfi Kazancı hocamın verdiği bilgiye göre esnaftan bazı gençler, ona intisap etmişlerdi. Hemen her gün Şeyh Efendi’yi ziyarete giderlerdi. Camide imam ve müezzin olarak görev yapan biri anlatıyor: “Beraberce sabah namazını kıldık. Akabinde Şeyh Efendi’nin dergahına yöneldik. Yolda güzel bir hanım gördük. Uzun süre ve dikkatlice ona baktık. Kendi aramızda bir takım uygunsuz laflar da ettik. Sonra tekkeden içeri girdik. Selam vermeğe fırsat kalmadı ki Şeyh Efendi, bize döndü. Sert bir üslupla, derhal hamama gidip gusledecek ve elin alemin hanımlarıyla uğraşmadan bana geleceksiniz, diye bizleri geri çevirdi. Tepemizden kaynar sular dökülmüş gibi olduk. Aslında bizi görmüş olması imkansızdı. Sözüne uyup banyo yaptıktan sonra huzuruna vardık. Bize bir takım nasihatler yaptı. ‘O kadınların yerine bacılarınızı veya analarınızı koyun. Birileri onlara böyle kötü baksa ne yapardınız? İyi düşünün. Ondan sonra hal ve harekatınızı gözden geçirin…’dedi ve bu davranışımızın vebalini izah etti. Sonunda bize tövbe ettirdi.” Şeyh Ömer Lütfi Efendi, onlara gusül abdest almayı tavsiyesi, fetva değil, takva gereğidir.
 

Çorum’un meşhur âlimlerinden Kamil Yöney Hoca da Çerkez Şeyhi’ne intisap etmişti. Tarikatta daha hızlı ilerlemek istiyordu. Şeyh Efendi’nin izniyle bir Ramazan ayında birkaç müritle beraber tekkede itikafa girmişti. İtikaf kuralı gereğince hücrede yalnız kalınıyor, hep ibadet, zikir ve tefekkürle vakit geçiriliyordu. Tuzsuz ekmek ve tuzsuz çorbadan başka bir şey yenilmiyordu. Kamil Hoca, bir gece kendi kendisine “Şeyh görmeden biraz çörek, börek getirtsek de yesek.” diye aklından geçirmiş ama bu düşüncesini kimseye açıklamamıştı. Ertesi gün erken saatte sabah namazını tekkenin mescidinde şeyhiyle beraber kılmışlar. Namazdan sonra Şeyh Efendi, “Kamil oğlum, artık sen itikaftan çıkabilirsin.”demiştir. Kamil Hoca da mahiyetini anlayamadığı bu talimata uyarak itikaftan çıkmıştır. Bu olayı Kamil Efendi, dostlarına şöyle anlatmıştır: “İtikaftan çıktım. Benim gibi itikafta bulunan Alaybeyoğlu Hacı Şükrü Ağa’ya da aynı hitapta bulunmuştu. Meğer o da benim gibi aklından geçirmiş. Her ikimizin de itikaftan çıkarılışımızı, şeyhimizin kerameti olarak gördük. Başka bir izah bulamadık.”
 

Şeyh Efendi’nin tekkesine ilk gelen, genellikle sobayı yakarmış. Ancak sobayı yakacak olan kişinin de zahir günahlardan arınması gerektiğinden kimsenin haberi yokmuş. Tekkeye yeni iştirak eden ve içinde pek çok tereddütleri bulunan bir kişi, sabahleyin erkenden gelip sobayı yakmak ister. Herkesin yaptığı gibi sobaya odunları yerleştirdikten sonra minderin altından çırayı alıp sobayı tutuşturmaya karar verir. Minderi kaldırdığında bir de ne görsün orada çıra değil de simsiyah bir yılan bulunmaktadır. Korkup geri çekilir. Daha sonra mescitte imamlık görevi de yapan Salih Hafız gelir. Sobayı niye tutuşturmadınız, deyip minderin altından çırayı alıp yakar. Bunu hayretle izleyen yeni talip, ben orada çıra bulamamıştım, orada kapkara bir yılan çöreklenmişti, diyerek şaşkınlığını ifade eder. Buna bir anlam veremez. Bunun manevi bir işaret olduğunu ileride anlayacaktır.