Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Sait Faik Abasıyanık… Saydığım edebiyatçıların hepsi de şehir kavramını edebiyatımızda yüceltmişler ve şehir kavramını maddi zeminden mana zeminine taşımışlardır.

Hepsinin kaleminde şehir; yerleşke tanımlamasından sıyrılıp ruhi muhtevaya sahip bir manaya kavuşmuşlardır. Ve bu sebeple ki şehir; 'yerleşke', 'zemin', 'mekân' ikliminden ruhi enerjiyi ve paradigmaları kendi bünyesinde müşahhas kılan bir kıvama seyrolmuştur. 

Edebiyat ve şehir ilişkisinde en önemli unsurlardan biri tarihtir. Tarih, yani geçmiş. Geçmişin kültürü, geçmişin dokusu, geçmişin sanatı, edebiyatı, mimarisi vs. Edebiyatın vazgeçilmezlerinden olan geçmişin getirdikleri, edebiyatı besleyen, doyuran ana damarların en önemlilerindendir. Ruhi muhtevaya malik şehirlerin tarihi doku ve kod bakımından çok zengindir. Bu şehirler ki; 'kadim' sıfatı ile zikredilirler. İşte bu kadim olma özelliğini bünyesine tahvil etmiş şehirler edebi meşk ve yoğunluğu her zaman kendilerinde hissettirdiler.

Toplum ve onun etrafında şekillenen hiçbir unsurda donma olmaz. Devamlı tekamül çarkında dönen insan ve çevresi, değişen ve gelişen şartlar ile birlikte her zerresinde başkalaşım yaşayabilir. Değişimi yaşayan toplumlarda; hadiselerin muhasebesine bakış açıları da değişir. Bakış açılarının renklendiği, çeşitlendiği toplumlarda fikir ve düşünme telakkisi giderek değer kazanır. Fikir; sadece kuru ve yalın bir bakış açısı olmaktan çıkar, mücerret bir tekamüle erer. Mücessem aşamayı aşmış ve mücerret  fikir istidadına ermiş toplum içeresinden güçlü ve orijinal kalemler ve beyinler çıkar.

Yazımın başında şehir dokusunu kendi kaleminde yoğurup farklı ve asıl olmaya malik olan  muhtevaya çeken  edebiyatçıların isimlerini zikretmiştim. Saydığım isimlerin hepsi de şehir unsurunu edebiyat hazinesine katmaktan ziyade farklı farklı şehir ve mekanları ütopik bir hale getirmişlerdir. Tabiri caizse şehirleri fikir haline getirmişlerdir desek te olur.

Edebiyat ve şehir ilişkisine ben biraz Sezai Karakoç bakışıyla değinmek istiyorum: Sezai Karakoç; çoğu eserlerinde şehir kavramını işlemiştir. Şehirden, ideal şehirden, ruhi muhtevasını bünyesinde taşıyan şehirlerden bahsetmiş ve gönlündeki şehirlere gönderme yapmıştır. Eşya ve zaman kavramı ile bu hususiyetlerin muhasebesini çoğu zaman şehir indinde değerlendirmiştir.

Sezai Karakoç; kendi icra ettiği edebiyatında şehir kavramını her zaman medeniyet ile bir anmış ve şehre ulvi bir misyon yüklemiştir. Doğuyu her zaman medeniyetin beşiği gören Sezai Karakoç; batının bulanıklığını mana ve madde nezdinde hep gözler önüne sermeyi becermiştir. Batının bulanıklığının daha sonraları doğuya sirayet ettiğini her zaman belirten Karakoç; doğu şehirlerinin batı şehirlerini taklit etmeye başladığında mana seviyelerinin hep düştüğünü söyledi.

Sezai Karakoç; edebiyat ve şehir ilişkisinde en çok İstanbul'u işler. Mana, anlam ve madde planında en büyük yıkımın İstanbul'da gerçekleştiğine inanır. Madde planında yani camileri, çeşmeleri, kümbetleri irdeler… Mana planında ise özellikle İstanbul'un liderliğini ön plana çıkararak, diğer İslam şehirlerinin hamiliği görevini yükler. Sezai Karakoç'a göre İstanbul dik olursa, güçlü olursa; Kudüs, Medine, Şam, Bağdat gibi İslam şehirleri de İstanbul ile orantılı şekilde dik ve güçlü olacaktır.

Belirttiğim üzere; edebiyatın teknesine girmiş şehirler hep ayrıcalıklı olmuşlardır. Belki de İstanbul'a nazire yazmayan kalem kalmamıştır. Yazarın kaleminin sirayet ettiği şehirler ise hep ulvi dereceleri yüksek olmuştur. O şehirler yazarın kaleminde değer kazanmış, düşünenin beyninde ütopik hale dönüşmüştür.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir'i, Sezai Karakoç'un İstanbul'u, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Misaki Milli Anadolu'su,  Reşat Nuri Güntekin'in gezi Anadolu'su, Sait Faik Abasıyanık'ın Burgaz Ada'sı, Nihal Atsız'ın Ötüken'i; hep şehir kavramını edebiyat ikliminde mana ve anlam veren bir tarzdır. Bu ölümsüz kalemlerin işlediği şehirler kadim olmanın yanında ölümsüzlüğü de tatmışlardır.