Sene1948-49 o zamanlar Türkiye'de verem hastalığı salgını vardı. Bu salgın Çorum'da yaygın halde idi. Bizim mahallede benim o zamanlarda aklımda kalan 4-5 tane hanede vardı. Bir evden iki ölüm vakası oldu. Baba ve oğlu aynı hastalıktan öldüler. Büyük, küçük korku halinde idik, öyle ki hasta olanların evine mecbur olmadıkça kimse gitmiyordu. Büyükler söylerdi. Sakın evlerin civarlarına gitmeyin…
Babam anlatırdı. Komşu doktora gitmiş, muayene olmuş, film çekilmiş. Sen veremsin denmiş. Hastaneye yatırmışlar. Ayrı bir koğuşta diğer hastalarla beraber yatmış ve kimse ile görüşmesi yasaklanmış. 20 gün tedaviden sonra, doktor seni taburcu ediyorum 3 hafta evde ayrı bir odada kaşığın, çatalın, yemek tabağın, bardağın, şahsi eşyaların ayrı olacak. Çocuklarına fazla yanaşmayacaksın. Terlediğin vakit çamaşırını hemen değiştireceksin. Besleyici gıdalar alacaksın. Birde liste vermiş, sabah süt, yumurta, tereyağ, bal, iki adet pirzola veya ızgara, ciğer, diğer vakitler etli sebze, meyve, bol su, kati istirahat… Haftada bir muayeneye geleceksin, küçük ilaç şişesi ile sabah aç karnına balgamını getir.
Bu reçete tedavi olan hastalara verilirmiş… Ve de bu hastalığa halk arasına zengin hastalığı denirdi…
Şimdi koronavirüs içinde bağışıklığı kuvvetlendirici gıdalar almayı tavsiye ediyor hekimlerimiz… Şimdiki hastalar o zengin gıdaları alacak durumda, hali vakti iyi.
O zamanki şartlar içinde beslenmek hayal gibi bir şeydi.
Ben bizim çevreler için söylüyorum. Fakir bir mahalle insanlar günlük iaşelerini kazanma peşinde. Nerde iş, nerde para fakirlik diz boyu. Komşular birbirlerine çok yardımcı olurdu, hele hasta olan garipse onun ihtiyaçlarını karşılamak için adeta yarışırlardı.
Bir televizyon programında doktorun biri şöyle bir benzetmede bulundu. Şimdi dünyada ve Türkiye'de veremin yaygın olduğunu, kovid 19'dan daha öldürücü olduğunu söyledi. Ve de dediki gençler arasında daha çok. Çünkü şimdiki genç ve çalışan nesil yeterli beslenmiyor. Hamburger, ekmek arası, çay simit vs. Böyle beslenmede hastalığa karşı vücut direnebilir mi?
Neyse efendim. Hastaneden taburcu olan hastaya doktor bir de reçete verir. Paran varsa ilaçları alırsın, ya yoksa düşün babam düşün, varsa karının kolundaki bileziği bozdurur alırsın, yoksa eşten, dosttan borç almaya bakarsın… Bir şekilde ilaçları aldın. O ilaçların içinde mutlaka pelisilin, kalsiyum, B12 gibi iğneler vardır. Aldın geldin eve, şimdi birde iğneci ara. Onları yaptırmaya, gerçi belediyenin bu işleri yapan memuru vardı, fakat hastanın oraya gitmesi lazım oda hasta için uygun değil. En kolayı eve gelip o iğneleri yapacak iğneciler bulmak onlardan birini çağırmak. Tamam da ücreti nasıl vereceğiz. Birde bunu düşün. Hele bi gelsin bi çaresine bakarız der iğneci çağırılır. Eve gelen sıhhiyeci şöyle o ilaçlara bakar. Şunları sabah-akşam, şu iğneyi haftada bir yapacağız… Sabah-akşam aynı saatte gelir o iğneleri yapar.
Şimdi koronavirüs veremden daha tehlikeli, daha öldürücü. İyi olsan bile kalıcı tesir ve tahribat olan bir hastalık.
Tv'lerde ilk zamanlarda görüyorduk. Hele o Çin'deki sahneler, adam pat yerde can çekişiyor, çırpına, çırpına bir başkasının görevliler sopa ile kafasına vurup ambulansa bindirmeye çalışıyorlardı. Bizim hastanelerdeki hastalar ayrı ayrı bir ibret alınacak bir durum.
Sağlıkçılar uzaya gidenler gibi bir kıyafet içinde, o fedakar insanlar hastadan, hastaya nasıl koşturuyorlar, üçü, beşi bir hastanın başında, kimi hastanın ağzına hortum sokuyor. Kimi o serumları bağlıyor, kimi sonda takıyor. Velhasıl canla başla çırpınıyorlar. O insanları tedavi etmeye. Ve bu arada kaç yüz mü, bin mi sağlıkçıya hastalık bulaşmış, kaç tanesi şehit olmuş. Bir camiaya ne kadar dua etsek azdır.
Televizyonlardan sıkça zorunlu yayınlara aldıran yok gibi sanki, şöyle bir bakın maskesiz gezenler, yan yana yürüyenler. Pazarlarda, marketlerde sürüne-sürüne alışveriş yapanlar, plajlarda kucak kucağa denize girenler, cami şadırvanlarında, parklarda ağız ağıza sohbet edenler, camilere maske ve seccadesiz gelenler, daha neler. Bu hareketler hastalığı önemsemediğimiz için.
Uzmanlar uyarıyor. İkinci bir dalga ilkinden daha kötü olur, daha sıkı tedbirler gelir, 2 ay evden çıkamadık, bunları unuttuk.
Hem bu devletin emirlerine uymama, kul hakkına girer bunu da unutmayalım.