Anılar, gün olur uzağa atmak isterken yakına düşer kurtulamazsınız. Unutmak isterken aklına düşer unutamazsınız. Şiirlere, makalelere konu olur sayfalarca yazdırır. Şarkılara, türkülere konu olur defalarca söyletir, dinletir. Bazen de efkârlandırıp ağlatır. Anılar ölümün elinden bir şeyler çalmaktır. Hele bunların yazılarak, anlatılarak genç nesillere ulaştırılması, onların mazisini unutmamaları açısından önem arz eder. Benim ailem, beni ne zorluklarla büyütmüş, okutmaya çalışmış ve ben çocuklarımı nasıl büyütüyorum, dünden bugüne neleri kaybettik, neleri kazandık türü düşünmeye sevk eder. 
İşte bu bağlamda, bende 1985 yılında ilk göreve başladığım Kargı ilçemizin Koyunkıran köyünde ve ondan sonraki görev yaptığım yerlerde günlük tutarak dikkatimi çeken olayları yazmaya çalıştım. Bu çalışmam halen devam etmekte olup, televizyonun altındaki komidinin raflarında 3-4 tane ajandam bulunmaktadır. Haberlerde izlediğim, birilerinden dinlediğim veya çarşı pazarda şahit olduğum ilginç olayları sıcağı sıcağına, kaynağıyla beraber yazmaya çalışırım. Yıllar geçince elimin altında ders alabileceğim, yazarken, konuşurken kullanabileceğim veya çocuklara manevi miras olarak bırakabileceğim bilgiler oluşur. Hiç bir işe yaramazsa  ''Hayat tomurcuklarını / Ümit yağmurları ıslatır / Gençlik gülleri solduğunda / Hatıralar yaşatır'' hesabı anılar tazelenir. Bazen güldürür bazen bir damla göz yaşla düşündürür.
Koyunkıran köyü Kargı ilçemizin Golaz bölgesi diye tarif edilen, Kargı merkezden zirveye doğru tırmanarak, güzide yaylalardan geçerek ulaşımın sağlandığı, ilçeye uzak olan köylerimizden biridir. O zamanlar 15-20 hanedir. Köyün yerleşim alanı yüksekte olması nedeniyle Golazın zirvesidir. Dolaysıyla manzarası ayrı bir zevk verir. Çevresinde Bozarmut, Çobanlar, Yağcılar, Karaosmanlı, Alioğlu, Çal gibi köyler bulunmaktadır. Şimdi köyde çoğu rahmetli olmuş ve kalanlarda İstanbul'a çoluk çocuğunun yanına göç etmiş ve dolaysıyla köy kışın tamamen boşalıyormuş.
İnternette gezinirken köyün Web sayfasını görünce birden yıllar öncesine gittim. Heyecanla resimlere, ölenlere, gelenlere bakmaya çalıştım. O günden bugüne 15-20 kişinin rahmetli olduğunu görünce çok üzüldüm. Çünkü benim gözümde onlar hala orta yaş veya ihtiyar delikanlı görünüyordu. Ama iş öyle değilmiş, baktım ''köyümüzün en yaşlısı 110 yaşındaki Tomak Amca'' da rahmetli oldu yazıyor. Vay be, nasılda geçmiş zaman…
Şimdi o amcaların torunları geçmişinden haberdar olsun, dedelerinin ebelerinin nasıl sıkıntılar içerisinde annelerini, babalarını büyütmeye çalıştıklarını düşünsünler ve anayurtlarına yabancı kalmasınlar diye köydeki anılarımı mini mini yazıyorum. Gelen mesajlardan o torunların çok mutlu olduklarını görüyorum. Çünkü içlerinden ''Hocam sizden Allah razı olsun. Ben köyümü hiç görmedim. Ama sizin anlattıklarınızdan sonra merak etmeye başladım. İlk fırsatta ziyaret edeceğim. Hem de sizin yazdıklarınız sayesinde 30-40 sene önce köyümüzdeki yaşantılar, kırgınlıklar, dargınlıklar, sevinçler hakkında bilgi sahibi oluyoruz. En önemlisi nereden nerelere gelmişiz, halimize şükretmemiz lazım onu idrak ediyoruz.'' Türü mesajlar alıyorum.
Ben bu yazıyı kaleme alırken 38 yıl önceki pencereden bakarak yazmaya çalışıyorum. Tabiri caizse o günlerden bugünlere köprünün altından çok sular aktı. Şehirlerimizin değişime uğradığı gibi, köylerimizde aynı hızla değişime uğradı. Köprünün altından akan su, bazı örf ve adetlerimizi alıp götürse de sosyal imkânlar açısından çok şeyler getirdi. O yıllarda; köyde elektrik yok, telefon yok, ulaşım yok, yok yok yok… Çünkü 10 tane köyün tek traktörüyle ilçeye gitme imkânınız vardı. O da komşu köyde inip, kalan mesafeyi yürümek şartıyla. Daha da zor olanı, traktöre erken binen yer kapıyor. İmamı-öğretmeni erkenden binip römorkta oturamadığı için, yer bulamıyordu. Kimi ''domatesim, kimi ekmeğim eziliyor'' diyordu. Sonradan araya sıkışmaya çalışırken bayağı zorlanıyor, şoföre torpil yaparak traktörün ön kabininde ayakta da olsa gidebilecek şekilde yer bulabilirse kendini şanlı görüyordu. Bu şekilde 4-5 saat yolculuğu gönül rahatlığı içerisinde yapıyor. Halinden şikâyet etmiyordu. Ama şimdi ben de dâhil olmak üzere otobüslerde koltuk beğenmiyoruz. Toplu ulaşım yerine özel araçla gidelim diyoruz. 
19 yaşlarında bir delikanlı olarak memuriyete ilk atandığımda çok sevinmiştim. Çünkü en azından benim de bir maaşım olacak ve yıllardır içimde uhde olarak kalan rahmetli babacığıma bir takım elbise alacaktım. Cebine harçlık verecektim. Ama gönül isterken kader güler hesabı göreve başladığım hafta daha ilk maaşımı alamadan babacığım rahmetli oldu. Ölüm haberi ulaşmadı. Cenazesine bile katılamadım. Son vazifemi yapamadım. Soğuk yüzünü göremedim. Ancak dokuz gün sonra ilçeye gidince haberim oldu. Atamam çıktıktan sonra köyün durumunu öğrendiğimde moralim çok bozulmuştu. Rahmetli babacığım da hasta yatağında yatıyordu. Ben ailemi yanıma rahatça götürmek ve usandıkların da geri getirmek istiyordum. Belki onun da etkisiyle yüz üstü yattım başladım ağlamaya. Bu durumumu gören babam: ''Oğlum üzülme, Demirel yolsuz, susuz, elektriksiz, telefonsuz köy kalmayacak diye konuştu. Daha yeni akşam ajanslarında dinledim…'' diyerek moral vermeye çalışmıştı. Sözü merhum Abdurrahim Karakoç'a bırakalım.
''Bağlandım gurbete gelemiyorum,
Doğduğum topraklar küskün mü bana?
Dostlarım ne haldeler bilemiyorum,
Ovalar, oymaklar küskün mü bana ?''

*
HATIRLATMA: 50 yılın birikimi olan, içerisinde 666 adet farklı nasihatin yer aldığı ''Mahirane Söylemler'' kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek benden imzalı olarak (okunsun diye maliyetine kargo dahil 35 TL)