Annemin anlattığına göre çocukluğunda daha birkaç yaşında iken, anası tandırlıkta ekmek ederken babası gelmiş. Annemi almış kucağına hoplatıp severken birden elinden kaydırmış ve tandırın içine düşürmüş. Hemen çekmişler ama ateş kısmına ayağının biri girmiş. Soğuk su merhem ne gerekiyorsa tedavi için denemişler ama başaramamışlar. Zaman içinde annemin ayağının parmakları, yara soyulup soğudukça biçim değiştirmiş. Baş parmak yukarı kalkmış, diğer parmaklar üst üste ve yamuk yumuk birbirine bitişmiş. Annem bu olayı hayal meyal hatırlayarak anlatmıştı.
Annemin ayağını her gördüğümüzde içimiz burkulurdu. Zavallı doğru düzgün ayakkabı giyemezdi. Ayağı ayakkabı içinde sıkışır çok büyük acı çekerdi. Sürekli çorap ile kapatırdı.
Belli ki bize hiç hissettirmiyordu ama çok ciddi psikolojik ve fiziki acılar yaşamıştı kim bilir...
Babam birkaç kez doktora götürmüş Ankara'da ameliyat ile düzeltilebilir demişti doktorlar.
Bu nedenle bazen ameliyat lafı edilir ama sonra unutulur giderdi. Annem masraf olacak diye ameliyat olmak istemezdi herhalde. Öyle fedakârca düşünürdü ki, kendi için hiçbir zaman talepte bulunmazdı. O kadar iş, çocuk bakımı, ev işleri vs. aldırmaz yatağa düştüğü pek bilinmezdi. Bazen nezle grip olur, bir iki gün hastalanıp yatardı. Hepimiz rezil olurduk. Öyle zamanlarda babamın bildiği ve öğünerek yaptığı tek şey olan bulgur pilavına talim ederdik.
***
İnsan çocukken anne-baba kıymeti bilmiyor. Zannediyor ki, anne-babası hep onunla yaşayacak, hiç büyümeyecek ve hep çocuk kalacak. Anne ve babalar çocukları gözünde adeta bir makine gibidir. Onlar hastalanmazlar. Onlar acıkmazlar. Onlar ağlamazlar. Onlar gülemezler. Onların varlığı çocuklarının gündelik ihtiyaçlarını gideren bir alet olmalarıdır.
Anne ve babaların, çocuklarına göre yaşama ilişkin hiçbir beklentisi yoktur. Onların yaşamla tek ilişkisi çocuklarını bu dünyada yaşama hazırlamak. Onlarla hastalanmak, onlarla acıkmak, onlarla gülüp eğlenmek, onlarla ağlamak... Ve çocuklarını bu vahşi dünyada ayakta kalabilecek bir meslek sahibi yapabilmek. Anne ve babaların başka hiçbir beklentisi yoktur bu hayattan.
Çocukluktan kurtulup hayatın yükü omuzlarımıza binip, kendimiz de çoluk çocuk sahibi olduğumuzda anlıyoruz ki, ne kadar acımasız ve hoyrat davranmışız bizlere can ve kan vermiş anne-babalarımıza... Bir daha asla geriye dönüp gerçeklerle tanıştığınız bu duygu yoğunluğu ile onları kucaklayamayacağız. Çünkü onlar artık yoklar. 
Hayat insanları sürekli eğitirken, bu eğitimin bir aşamasında, asla geriye dönüp de her şeye yeni baştan başlayabileceğin duygusunu, geriye dönülmezliğin gerçekliğini acımasızca yüzüne çarpıyor. O zaman anlıyorsun ki, o güzelim insanları ne kadar boş ve anlamsız konularla kırmışız. Geçmişi sorgulayıp aklı başında düşünmeye başlayınca 'hiç değer miydi?' diyorsun kendi kendine… Değer miydi gerçekten.
***
Ah annem!.. Nelerle mücadele etmemişti ki o. İmdat ile birlikte ölen beş çocuğu ve yaşayan beş çocukla birlikte on çocuk... 
Aslında evine sadık ama anasız-babasız büyümüş gariban, bir o kadar da sert ve tavizsiz bir koca ile baş etmek bir kadın için zor ötesi bir durumdur.
Evdeki bütün çocukların bakımı anneye düşmüş. Baba fabrikada işçi ve gelir gelmez yemeğini önünde isteyen geleneksel aile resisi bir erkek... Her iş el ve beden gücüyle yapılıyor.
Teknolojik aletler henüz gelişmemiş. Gelişmiş olsa dahi bu tip yoksul ailelerin kullanacağı düzeyde değil ve çok pahalı.
Mesela evlerde su yok. Bugün bir saat suların kesildiğindeki yaşanılan sorunlarla kıyaslayın. Evlerde çeşme yerine sokak çeşmeleri var. Sokak çeşmeleri kamuya ait ve herkesin kullanımına açık.
Mahalleli evlerine 100-200 metre uzaklıktaki bu çeşmelerden su taşıyor. Taşımak kolay değil.
Babamın bakırcılar çarşısından almış olduğu demir kollu bakır helkeler var. Her biri yaklaşık
20-25 litre su alıyor. Bu helkelerin demir kollarına kanca ile takılıp omuza geçirilen omuzluklar var. Su hep bu omuzluklarla taşınır.
Omuzluk, bir buçuk iki metre boyunda yuvarlak bir ağaç. Ağacın her iki ucunda kalın kendir ipe diş açılmış, ve o dişe sarılarak düğümlenmiş, elli altmış santim uzunluğunda kendir ip sallandırılmış ucu demir kancalı ve helkelerin demir saplarını tutturulup su taşınan bu omuzluklar her evin olmazsa olmazlarıydı. 
O şekilde mahallenin çeşmesinden su taşınacak. Taşınan bu su ile altı çocuk, anne ve baba yıkanacak. O omuzluk ile taşınan sular ile evin bütün çamaşırları, günlük bulaşıkları, tuvalet ihtiyaçları ve diğer bütün ihtiyaçlar karşılanacak. 
Taşınan sular bir varile ve evdeki bütün kap kacaklara doldurularak muhafaza edilirdi.
Zavallı annem sabah erkenden evin dağ gibi çamaşırlarını bahçede yaktığı odun ateşi üzerinde su kazanını kaynatarak, çitileye çitileye akşama kadar kan ter içinde yıkar, bir de okuldan gelecek çocuklarına ve işten gelecek kocasına yemek hazırlardı. Eskinin kadınlarına yaşamak harammış gerçekten. Sadece kocası ve çocukları için yaşamak için yaratılmış kadın. Şimdi bunlar bir hikâye kıvamında yazılıyor ve konuşuluyor.
Hiç unutmam bir gün belediye görevlileri bizim mahallenin her tarafını kazdılar. Biz hendek diyoruz bu çukurlara ve oyunlar oynuyoruz içinde. Saklambaç oyunu için en bulunmaz yerlerden birisi bu hendekler oluyor. Belediye birkaç haftada bütün mahalleyi köstebek gibi açıyor. Uzun borular bağlayıp içine döşüyor ve üzerlerini kapatıyorlar. Öğreniyoruz ki, evlere su döşenecekmiş. İnanamıyoruz, ne yani, şimdi mahalle çeşmesi yerine bizim evin bahçesinde su mu akacak? Müthiş bir olay, bir devrim bu… Her evin bahçesinde bir çeşme ve herkes omuzluk ve helkelerle su taşımak yerine ayağının dibindeki bu çeşmelerden su alacak. İnanamıyoruz, hayal gibi geliyor. Fakat birkaç gün içinde babam usta getirip o döşenen hatlardan evimizin bahçesine boru ile bağlantı yaptırıp bir çeşme kurduruyor. Tek bir çeşme… Musluğu açınca su dökülen alt kısmına bir duvar örerek çerçeve şekline getirip harika bir çeşme görüntüsü veriyor. Çeşmenin yan kısmını ise kazdırıp yine limelerle çerçeve gibi duvar ördürüp, iç kısımlarını harçlarla tesviye ettirip su saati bağlatıyor. Su saati donmasın diye her kış talaş doldurup donmasını engelliyoruz. Çok zaman geçmeden bir hafta gibi bir zaman sonra evlerine bağlantı yapılan mahallelinin evlerine su veriliyor. Harika bir duygu bu, mahallede bayram havası var. Artık omuzluk ile mahalleli sokak çeşmesinden su taşımıyor. Sokak çeşmeleri haylaz çocukların oyunlarda susadıklarında su içtikleri çeşme oluyor. Bir de gelip geçen insanların serinleyip su içtiği sebiller...
Babam bahçeye iki adet büyük varil alıp, hortum çekerek varilleri dolduruyor. Bazen sular kesildiğinde o varildeki suyu kullanıyoruz. Mahallenin en büyük sorunlarından birisi de tuvalet sorununun çözülmesi oluyor. Yine benzer günlerde kanalizasyon boruları da bağlanıyor. Eskiden kanalizasyon boruları yerine her evin tuvaletinin yanında kör tuvalet (foseptik) kuyuları olurdu. Bu kuyular foseptikle dolar zaman içinde toprak bir kısmını emer götürürdü. Mahalle bu yüzden ağır bir kokuya teslim olurdu. Yazın sıcaklarda her taraf sinek ve çeşitli haşerattan geçilmezdi. Bazen acı olaylara da tanık olurduk. Üzeri iyice kapatılmayan ve güvenliği sağlanmayan foseptik kör kuyular, oyun oynayan küçük çocuklara mezar olurdu. Mahallede ve çevrede böylesi bir çok olaya tanıklık etmiştik. O yüzden çok korkardık. Özellikle o günlerde birkaç yaşında olan kız kardeşim Pullu hepimizin koruduğu kişi olurdu. Annemin iki büklüm sabahtan akşama kadar omuzluk ile su çekerek elde çamaşır yıkaması çok zoruma giderdi. Televizyonda reklamlarını izlediğimiz çamaşır makinası alıp bir gün annemi sevindirmeyi ve bu eziyetten kurtarmaya ant içmiştim.
(DEVAM EDECEK)