Babam, sabah ekmekleri kasalarla teslim alırdı. Her kasada 25 ekmek olurdu. Sayar, sonra da büfe içindeki dolaplara dizerdi. Camiye gideceği zamanlarda ya Ahmet, ya ben ya da annem büfede ekmek satardık. 
Babam, bizim evden ekmek büfesine kadar 30 metre olan caddeyi sular, sonra süpürür pırıl pırıl yapardı. Mahallenin kadınları, "Ali emmiden fırça yemeyelim" diye evlerinin önünü bir güzel süpürürdü. Babam sayesinde bizim sokak tertemiz olurdu.
Halam babamın adını trafik koymuştu. "Trafik geliyor deyince", herkes kendine çeki düzen verirdi. 
Askerliğini jandarma olarak yapmıştı. Adeta bizim sokağa nizam veren (!) jandarmaydı.
Yani  o derece ki, mesela; bizim köyün gençleri "Garali emmime yakalanmayalım" diye bizim evin önünden geçemezdi. Kiminin saçına, kiminin bıyığına-sakalına, kiminin kılığına-kıyafetine, kiminin de arkadaşını beğenmez uyarırdı. Akrabamız sakallı koca Veli, "Garali emmimin yüzünden saçımızı, sahalımızı uzatamıyoh yav" derdi.
***
Akşamüzeri büfede ekmekler satılır biter ve hesabı almaya gelen Osman abiye babam hep açık verirdi. Alacağı 60 TL yevmiye düşerdi 40 TL'ye... 
Morali bozulurdu. Eli yüzünde, dişiyle yandan dudağının yarısını ısırır, düşünceli düşünceli yüzünü kaşır, bir süre gözünü bir noktaya diker, durur düşünürdü. Biz öylece kalır, babamı izlerdik. Bu hallerine alışıktık. Sonra birden, heyecanla gözleri fal taşı gibi açılır, ellerini dizlerine vurarak hızla ayağa kalkar ve "Hayvah!.." derdi, eyvah anlamında. Hatırlar ve sevinir (!) gülmeye başlardı.
Kendince bir veresiye defteri yapmıştı. Zor okunaklı el yazısı ile yazdığı veresiye defterini çekmeceden çıkarırdı. Veresiye defterindeki kişileri ve borçlarını titiz bir itina ile çözmeye çalışırdık. Babam okuma yazmayı askerde, 'Ali Okulu'nda öğrenmişti. Bu nedenle cümleleri düşük ve eksik yazardı. Kendi yazdığını, çoğu zaman kendisi de okuyamazdı.
Bazen Ankara'dan Hatice teyzemler misafirliğe gelirdi. Teyzemin oğlu Hamdi de bizimle ekmek satardı. Babamın veresiye ekmek şifrelerini en iyi o çözerdi. Hamdi üniversitede bankacılık okuyordu. Hesabı iyi tutardı. Hamdi'nin ekmek sattığı gün açık vermezdik. 
***
Babamın veresiye defteri çok ilginçti. Ekmek verip, ismini bilmediklerine lakap takardı. Lakap taktıkları bizim için artık isimsizdi. Sadece lakabını söyler ve bilirdik.
Babamın çözümlediğimiz veresiye defterinden bazı notlar şunlardı. Affınıza sığınarak...
- Tombil gozel gelin (4 ekmek)
- Topal herif (3 ekmek)
- Gocootlü karı (6 ekmek)
- Uzun çıbık kız (2 ekmek)
- Yörüğün oğlu (3 ekmek)
- Dodüğün Zöhre (2 ekmek)
- Kerilli Fatoş (6 ekmek)
- Kara Haççe (6 ekmek)
- Hacı Yusup (Yusuf) (2 ekmek)
- Çorba ağızlı, şörüklü avrat (2 ekmek)
- Tokmak kafalı herif (4 ekmek)
- Tarhanlı Haccaarı (3 ekmek)
- Paytoncunun karısı (4 ekmek)
- Sümüklü Fadime (2 ekmek)
- Ganca Veli'nin Ali (3 ekmek)
- Aşık Hiseyn (6 ekmek)
- Kel Fadime (5 ekmek)
- Yörüğün Niyazı (3 ekmek)
- Ali Hafız'ın karısı (4 ekmek)
- Hâllanın Kiraz (5 ekmek)
- Dutlu Maarem (3 ekmek)
- Cin Sadığın karı (2 ekmek)
- Aç mütayit (3 ekmek)
- Gara Mırat (4 ekmek) Ve hatta bir kadın (4 ekmek) diye uzayıp gidiyordu liste...
"Baba bir kadın kim? " dediğimizde, "İtfaiyeci Paşa'nın evin oradan gelen yaşmaklı kadın var ya, hah, işte o" derdi. 
Birbirimize bakar kıs kıs gülerdik. Biz gülünce sinirlenir, küfreder bizi büfeden kovardı. Daha başka kendince kişilerin görünüşüne göre isimler uydurur, onlara veresiye ekmek verirdi. 
Biz tanıyamazdık ama o lakap taktığı kişileri görünce mutlaka tanır, veresiyeyi tahsil ederdi. Veresiyelerin bazısı gelir, bazıları ise hiç gelmezdi. Babam ekmek alan hiç kimseyi kırmazdı.
Veresiye olsa da ekmeği verirdi. Olan bizim yevmiyeye olurdu.
***
Babam kışın soğuk oluyor, büfenin sağından, solundan rüzgâr giriyor diye etrafına beton döktü. Küçücük tüp, kışın büfeyi hamam gibi yapıyordu.
Bu ekmek büfesinde sanırım üç yıla yakın ekmek sattık. Araya Çorum olayları girdi. O güzelim mahallemizde kim alevi, kim sünni, kim sağcı, kim solcu bilmezdik. Yoksul olmamızı da umursamazdık. Kardeş gibi, mutlu mesut yaşar giderdik. Sonra, aramıza kanı, kalleşliği, ayrılığı soktular. Anılarımızı biriktiren o ekmek büfesini, Çorum olaylarında devirip yaktılar. Sonra da yola sürükleyip, barikat yaptılar. Gözümüzün önünde, evimizi de yaktılar. Canımızı zor kurtardık. Mahalleyi terk edip, Karşıyaka'ya taşındık.
***
12 Eylül'den sonra evimize geri döndük. Evimizin yanan yıkılan yerlerini onardık. Ruhumuz ise hiç onarılamadı. Hep yaralı kaldı.
Eski arkadaşlıklarımız, komşuluklarımız eski tadında olmadı. O güzelim mahallemiz bir daha eski neşesine bir türlü kavuşamadı. 
Anılarımızı içine doldurduğumuz 'Ekmek Büfesi' gibi örselendi, yakıldı, yıkıldı. Hep yaralı, hep hüzünlü, hep gözü yaşlı kaldı... (DEVAM EDECEK)