Bizim evin sırasında eski Belediye başkanı rahmetli Arif Ersoy'un babası, Halil amca, annesi Kiraz yenge, oğulları Mustafa ve Cemal vardı. Onların karşısında ise Dut Köylü Muharrem amcalar. Arif Ersoy'un babasının evin yanında Adnan Baran'ların evi, onun yanında sınıf arkadaşım şimdi İdari Hakim Recep Taş ve kardeşi Mahmutlar'ın evi vardı.
Kısacası mahallemizin o küçücük alanı, çoğu aynı köylü ve aynı fabrikada çalışan insanlarla çevriliydi. 
Bu ailelerin en önemli ortak özelliklerinden birisi de genelde alevi aileler olmasıydı. Mahallemiz karışık ve barışıktı. Biz sünni bir anne ve alevi bir babanın çocuklarıydık. Mahallemizde ve aileler arasında alevi-sünni sözü hiç geçmezdi. Kimse kimsenin ne olduğunu bilmezdi (!). Ya da biz öyle sanırdık. Mahalle alevi-sünni karışık olması yüzünden belki hassasiyetler nedeniyle bundan açıktan sözü edilmiyordu. Bu konuda tek duyduğumuz ve anlam veremediğimiz ve anneme sorduğumuzda ise asla doyurucu cevap alamadığımız Edeviye yengenin çocukları Haydar ve Seyfi ile yaptığımız çocuk kavgalarında, çocuklarına sahip çıkan Edeviye yenge, annemi deşifre eden ve kızdıran "Yezidin çocukları" diye bizi kovalarken avaz avaz bağırdığı sözlerdi. Yezit kimdir bilemedik, anlatan da olmadı. Hep saçma sapan uyduruk sözlerle geçiştirildi. Edeviye yengenin "Yezidin çocukları" söylemi çocukluktan çıktığımız ve tarihi süreçlerini kavradığımız gençlik yıllarımıza kadar basit bir hakaret olarak hafızamıza çakılı kaldı. Anemin sessizliğini, babamın oraları karıştırmayın sözleri ile kapattığı meselenin ne kadar hassas bir konu olduğunu sonradan anlamıştık. Sonra anladık ki, Aleviler'in gözünde Yezit, Kerbelada Hz.Ali'nin çocukları ve Hz.Muhammed'in ehlibeytine (soyuna) su vermeyip açlıktan, susuzluktan öldüren kanlı bir katilmiş. Edeviye yenge kulaktan dolma edindiği bilgilerle tarihi hıncını anneme yönelterek bilinçaltını açığa çıkarıyordu. Zavallı annem hassasiyetleri gözeterek bu hakaretleri duymamazlığa vuruyor, aldırmaz görünüyordu.
Çorum olayları diye bilinen 1980 olaylarına kadar alevilik ve sünnilik konusunda fazla
bir bilgimiz ve tartışma söz konusu değildi. Çorum olayları mahallemizi ikiye bölmüş, en samimi çocukluk arkadaşlarımızla ayrı düşmüş, aileler birbiri ile konuşamaz duruma gelmişti.
***
Çocukluğumuzda, en sevdiğimiz ve yazın gelmesi için deli olduğumuz "çul yıkama" günleri olurdu. Eskiden evlerde halı yaygın olmadığı için iplerden renkli desenlerle işlenmiş, yere ve tahtadan makat (somya) üzerine serilen çullar olurdu. Her evde bu tür çullardan mutlaka olurdu.
Sadık Meriç'in ailesi ve bizim aile hep birlikte İsmik (İsmail) dedenin at arabasına çulları yükler, üzerine de biz biner çul yıkamaya giderdik. Ya Ankara yolunda Erzurum Dede'nin karşısındaki oluklu çeşmelere giderdik. Ya da babamların önceden tespit ettiği oluklu çeşmelerin olduğu şehir dışındaki yerlere giderdik. İsmik (İsmail) dede, Fatma yengenin babası idi. Sevimli, yaşlı bir adamdı. At arabasını nerede görsek hemen bizi bindirir ve eve kadar getirirdi. At arabasına binmeyi çok severdik. Bir de faytonlar olurdu. At arabalarına göre daha konforlu idi. Çift atlı, arkada koltuğu ve güneşliği olan kasası olurdu. Biz mahalleden geçen faytonların arkasına tekerleri birleştiren demir çubuğunun üzerine asılırdık. Bazen faytonun arkasında kendine yer bulamayan veletler bağırırdı, "amcaaaa, arkaya kamçı". Bu söz üzerine faytoncu uyanır, çocukların asıldığını fark eder ve elindeki kamçıyı arkaya doğru çarpardı. O kamçının şaklaması ile birlikte bazen kamçı yüzümüze şırrak diye çarpar, ya düşer ya da atlayıp kaçardık. Her seferinde kamçıyı yiyeceğimizi bilirdik ama yine de faytonlara asılma alışkanlığından vazgeçemezdik.
İsmik dede bize hiç kamçı vurmadığı gibi, onu görünce koşar arabaya atlardık. Bazen de yanına oturtur atı bize sürdürürdü. Ne zevk alırdık anlatılamaz bir duyguydu. İsmik dedenin at arabasına çulları yükler, neşe içinde yavaş yavaş yıkayacağımız yere giderdik. Suyun başına varır varmaz büyükler hazırlık yaparken biz ise olukta yıkanmaya, yemyeşil doğada koşup oynamaya başlardık.
Annemler akşama kadar çulları yıkarken, biz ise gün boyu oyunlar oynardık. Olukluğu doldurup içinde yıkanıp serinlerdik. Bu müthiş hoşumuza giderdi. Sonra babamlar ateş yakar, ekin tarlalarından başak toplayıp, ütüleyip frig yapar ve iştahla yerdik. Annemler yemek için çul yıkamaya ara verir, evden getirdikleri yiyecekleri çıkarır güzel bir sofra hazırlar ve şen şakrak doyasıya yerdik. Akşama kadar oynar, olukta yıkanırdık. Bu yüzden ertesi yılki çul yıkama günlerini de iple çekerdik.
Sadık Meriç'in kızı Hamiyet, Emel Sayın hayranı idi. Feride şarkısını çul yıkamadan dönerken at arabasının üstünde İsmail dedeye çevirir ve o korkunç şen kahkahası ile ortalığı adeta çınlatarak söylerdi. İsmik dede de nakaratı söyleyiverirdi "Feride Ferideee..."
 (DEVAM EDECEK)