***
Sanayide çalışma tecrübem vardı. Ne zaman babam kızıp, "sanayiye vereceğim meslek öğrensinler" dese aklım başımdan gidiyordu. Bütünleme sınavlarına hazırlanıp sınıfı mutlaka geçmeli ve okula devam etmeliydim. Sıkı bir çalışma sürecine girip ikmal derslerini vermem gerekiyordu. Gündüzleri ayakkabı boyacılığına devam ediyor, akşamları ise ders çalışıyordum. Fakat ne yapsam, ne etsem bir türlü Matematik dersini başaramıyordum. Kendimi çok zorluyordum ama temel olmadığı için bir türlü olmuyordu. Ancak dört dersten ikisini versem bile öğretmenler kurulu kararı ile bir üst sınıfa geçiliyordu. 
Sınav günü gelmiş çatmıştı. Fen bilgisi ve sosyal bilgiler derslerini verdiğimden emindim. Matematik ve İngilizce dersini ise yapmaya çalışacak, olmazsa ÖKK'ye (Öğretmenler Kurulu Kararı) bırakacaktım. Bir ümit oranın kararını bekleyecektim. Sınavlar bitmiş açıklanması için bekliyorduk. Birkaç hafta aylar gibi gelmişti. Açıklandığı söylendiğinde koşarak okula gitmiş ve cama asılan sonuçlara bakınca yıkılmıştım. İki dersten KALDI yazıyordu. Sınıf tekrarı değildi esas korkum, bizim gibi haylazlık yapan çocukların hepsi kalıyordu. Mahallede hemen hemen sınıf tekrarı yapmayan yoktu. Benim asıl korkum, okuldan alınıp sanayiye çırak verilmekti. Bunu düşündükçe dünyam kararıyor, küçücük beynimde fırtınalar kopuyordu. İmdat da dört dersten kalmıştı.
Akşam babam işten eve geldi ve çok sinirlenmişti. "İkisini de sanayiye vereceğim." sabah hazırlanın demişti. Annem karşı çıkmış, ablam ise en azından ortaokulu bitirsinler, meslek lisesine giderler diye babamla konuşmuştu. Babam başta pek esnememiş, daha sonra siniri geçince tamam bakarız demişti. Babamın yumuşaması ve okula tekrar gitme olasılığı içimde bir umut ışığı yakmış ve o gün "okuyacağım" diye kendi kendime söz vermiştim.
Sabah babamı memnun etmek ve kararını değiştirmemesi için, boya sandığını alıp işe çıkmış ve o gün akşam olana kadar gelmemiştim. Tam tamına elli lira kazanmış ve parayı bütünleyip anneme vermiştim. Annem de babama beni öve öve anlatıp parayı göstermişti. Okul masraflarımın hemen hemen hepsini çıkarmıştım. Okul başlamış arkadaşlarım yine bir üst sınıfa giderken, ben yine alt sınıfta yeni arkadaşlar ve benim gibi sınıfta kalan tanıdığım arkadaşlarla, birlikte sınıf tekrarına devam ediyordum. Bu duyguyu bana ilkokul üçüncü sınıfta Makbule Hocam da yaşatmıştı. 
Yine benzer duygular ile ama mutlaka bundan sonra okuyacağıma olan inançla okula hırsla devam ettim. Sınıf tekrarı olması nedeniyle derslerde zorlanmıyordum. Sadece Matematik zorluyor ama onu da ezberlerle aşmaya çalışıyordum. Ayrıca sınıftaki çalışkan arkadaşlardan yardım istiyor, onlar da yardım ediyordu. İlk dönem derslere asılmış ve teşekkürname almıştım.
Kendime güvenim gelmişti. Güvenle birlikte şevkim artıyor daha bir iştahla ders çalışıyordum. Bu arada eğer sabahçı isem öğleden sonra, eğer öğlenci isem sabahtan öğleye kadar ayakkabı boyama işine de devam ederek okul masraflarımı çıkarmaya devam ediyordum. Özellikle yan sınıfta okuyan, mahalleden de samimi arkadaşım Lokman'ın defterlerinden çok faydalanıyordum. Onların aynı öğretmenlerle işlediği dersleri biz daha sonra işliyorduk. Lokman hem çalışkan bir öğrenci, hem de defterlerini titizlikle tutardı. Onun defterlerini alarak önceden derse hazırlanıyor, öğretmenlerin sorduğu sorulara hemen cevap veriyordum. 
***
Bir üst sınıfa hiç zorlanmadan geçmiş, kendime güvenim gelmişti. Babam da gidişattan çok memnun olmuştu. Bu arada ablamlar Ankara'da elektronik radyo televizyon tamirciliği üzerine altı ay yatılı kurs veren Ekmekçi Radyo Televizyon Tamirciliği reklamını görmüş ve babama durumu anlatınca İmdat'ı oraya gönderip meslek sahibi yapmaya karar verdiler. Yazışmalar yapılıp kayıt yaptırıldı ve babam annemle birlikte İmdat'ı Ankara'da kursa yerleştirip geldiler. Annemin Ankara'daki akrabaları da zaman zaman kontrol edip, İmdat'a sahip çıkacaklarını söylemişler.
***
Ben sınıfımı direk ikmale kalmadan geçtim. İmdat mesleğe olumlu ilk adımı attı, işler tıkırında aile ve babam memnun. Ben ayakkabı boyacılığına devam ediyorum ama artık pek eski tadımda değilim. Yaz tatillerinde artık mahalleli çocuklar kiremit fabrikalarında çalışıyor. Onlara gıpta ile bakıyoruz. Sabah ellerinde azık çantaları toplu halde çıkıp gidiyor ve akşam dönüyorlar. Ne iş yaptıklarını bilmiyoruz ama sanki oyuna gider gelir gibi bir halleri var. Bu bizi cezbediyor.
Anneme biz de ocaklarda çalışmak istiyoruz diyoruz. Kızıyor, hayır bak babana söylerim görürsünüz diyor. Oraları tehlikeli diyor. Bir süre daha ayakkabı boyacılığına devam ediyoruz ama gözümüz kiremit ocaklarında çalışmada, çünkü bütün mahalle çocukları orada çalışıyor.
Yan yana geldiğimizde yaptıkları işi, aldıkları yevmiye ücretini ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Dinledikçe daha bir heyecan ve istekle ocaklarda çalışmak istiyoruz. 
***
Bir gün annem meseleyi babama açıyor ve babam da "istiyorlar ve dayanabilirlerse çalışsınlar, hayatın gerçek yüzünü görsünler" diyor.
Ertesi gün sevinçle işten dönen arkadaşlara çalışmak istediğimizi söylüyoruz. Onlar da "çavuşa soralım öbür gün gelirsiniz" diyorlar. Arkadaşların işten dönmesini beklerken akşamı zor ediyoruz. Geliyorlar ve "çavuşa söyledik yarın gelsinler" diyorlar. Sevinçten havalara uçuyoruz. Belediye'de de yıllarca birlikte çalıştığım Niyazi ile birlikte Hitit Tuğla Fabrikası'na gideceğim. Başka arkadaşlar da başka ocaklara… Sevinç içinde sabah kalkıyorum kahvaltıyı yapıp, annemin hazırladığı azığı alıp Niyazi ile buluşuyoruz. Yürüyerek servise binmek üzere terminal karşısındaki caddede servis bekliyoruz. Servis geliyor ve işe gidiyoruz. Ocaklardaki iş beklediğim gibi gitmiyor. Pek sevmiyorum bu yeni işi. 
Ranzalar üzerindeki yaş delikli blok tuğlaları önce güneşte kuruması için meydana tek sıra diziyoruz. Akşama kadar güneşin karşısında kuruyor. Akşamüzeri kuruyan bu kiremitleri pişirilmesi için kamara denilen yerlere taşıyoruz. Orada iki usta bizim getirdiğimiz kuru tuğlaları, düzenli bir şekilde diziyorlar. İçerisi çok sıcak, dışarısı otuz derece ama içerisi henüz fırınlar yakılmamış halde en az 50-60 derece sıcaklıkta ve tozdan geçilmiyor. Sürekli kuru tuğlaları pişmesi için kamaraya taşıyoruz. Arada bir yavaşlayacak olursan, çalışanlardan sorumlu olan çavuş, elinde bir değnek, "hadi hadi kaytarmak yok" diye uyarıda bulunuyor. Çok fazla terliyor ve çok su tüketiyoruz. Akşamüzeri mesai bitiyor ve arkadaşlarımızın gururla üst ceplerinde taşıdıkları ve bizi kıskandırdıkları yevmiye defteri bize de düzenleniyor. İki katlı yevmiye defterimizin ön yüzünde Hitit heykeli ile birlikte Hitit Blok Tuğla yazıyor. İç kısmında ise bir ayı otuza bölünmüş ve tarihleri gösteren bölmelere, sorumlu olan görevliler imza atıyor. Her imza bir yevmiye demek… İmzalar çoğaldıkça alacağımız paraların artması demek. Pek fazla sevinemiyorum, çünkü çok yorgunum. İlk gün çok yoruluyorum. Ayakkabı boyacılığı bundan çok kolay diyor ve ayakkabı boyacılığını özlüyorum.
Sonraki günler sanırım biraz alışıyorum ve ilk günkü gibi zor gelmiyor. Ama diğer fabrikalarda çalışan arkadaşları özlüyorum. Sadece Niyazi Avcı var mahalleden tanıdığım arkadaş olarak. Akşam olup işten dönünce bütün arkadaşlar toplanıyoruz. Artık tek konumuz ocaklar ve ocaklarda yaşanan olaylar. Diğer arkadaşlar ballandıra ballandıra anlatıyorlar iş yerlerini ve yaptıklarını. On beş gün filan çalıştıktan sonra maaşımı alıyorum, babama parayı teslim ediyorum ve tuğla fabrikasında çalışmayı bırakıyorum. (DEVAM EDECEK)