Terlemezevlerde, bizim evin karşısına, Seyfe köylü Azmi ağa tek katlı, geniş bahçeli, güzel bir ev yaptırdı. Zengin oldukları her hallerinden belliydi. Geleni gideni çoktu. Traktörler, kamyonlar, arabalar...

Kısa sürede evi yaptılar. Köyden okumak üzere Çorum'a gelen oğlu Hüseyin ve akrabaları Doğan birlikte kalıyorlar.
Sanat Okulu'nda okuyan iki genç, tam bizim evin karşısında oturuyor. Ve bizim evde yetişkin iki genç ve güzel kız var. Biri Sultan, diğeri Nebahat... 
Babamın adı, Ali Filiz. 

Ali Filiz'in kızlarına yan bakacaklar (!) öyle mi? 
Her türlü tedbiri alırdı babam. 
Halam Nazmiye Pamuk, babamın adını Trafik koymuştu. "Trafik geliyor" deyince, herkes kendine çeki düzen (!) verirdi. 
Önce kızları sert bir şekilde uyardı babam. Sonra, yeni taşınan gençler bakar diye, dışarı çıkmayı, dışarda oturmayı da yasakladı. Onunla da kalmadı. Pencere önüne çıkmayı da yasakladı.
Sultan ablam ortaokulu bitirmiş, liseye gitmemişti. Halk eğitim merkezinin açmış olduğu biçki dikiş kurslarına katılırdı. Erzurum Dede'ye yakın, Karayolları'nın alt kısmındaydı kurs yerleri. Biz de o zamanlar bisküvi fabrikasına, kırık bisküvi almaya giderdik. Yirmi beş kuruşa, işçiler bize birçok kırık bisküvi verir, biz de iştahla yerdik. Mahalleye dönerken de, Sultan ablamın kursuna uğrar, bazen onların servisine biner, eve öyle gelirdik. 
Ablam, bir de yazın günnükçülüğe giderdi. Günnükçülük, tarlada mercimek ve nohut yolup yevmiye usulü çalışmak demekti.
Nebahat ablam ise ortaokulu bitirmiş, Ticaret Lisesi'ne yazılmıştı. Babam öyle sıkı tembihler eder, tedbirler alırdı ki Nebahat ablam okula gidip gelirken kafasını yerden kaldırıp da çevreye bakamazdı. Hem babamın sıkı tedbirleri, hem de kendilerinin terbiyeli ve ağır başlı duruşları, mahallede saygı uyandırırdı.
Sultan ablama Sultuş, Nebahat ablama da Nebiş ya da kısaca Nebo diye hitap edilirdi. Komşumuz Azmi ağanın evine hem köyden, hem de okuldan başka genç erkekler de gelip gittiğinden babam kızlar üzerindeki baskıyı daha da yoğunlaştırıyordu. 
***
O zamanlar mahallede çamura bürünen yollara kalın mucur dökülüyordu. Dökülen kalın mucurlar nedeniyle, bizim evin duvarı dış cepheden aşağıda kalıyordu. Azmi ağanın oğlu evi gözetler diye babam, iki sıra briket ile örerek duvarı yükseltiyordu. Böylece gençlerin evin içini görmesini engellemeye çalışıyordu. Bir yıl sonra yağışlardan dolayı mucurların akması ve yeniden ortalığın çamur deryası olması nedeniyle, bu kez belediye bizim mahallede asfaltlama yapıyordu. Önce kaldırımlar döşeniyor, her 20-30 metrede bir de kaldırım aralarına ağaç dikmek üzere kare çukurlar bırakılıyordu. Daha sonra zift makinaları önce ziftleme, ardından da sıcak asfaltı dökerek soğumaya bırakıyordu. Ertesi gün mahallemiz pırıl pırıl oluyordu. Yollar harika biz, top oynuyoruz kaymak gibi yollarda. Artık yağmur yağdığında mahalle çamura teslim olmuyordu.
Ve fakat bizim evin duvarları asfaltlamadan dolayı kot olarak aşağıda kalıyordu. Karşıda Azmi ağanın yetişkin ve bizim evi radar gibi gözetleyen oğlu Hüseyin vardı. Bu duruma el koymak lazımdı. Babam duruma bir kez daha el koyuyor. Hemen kot farkını kapatmak üzere dış duvarı iki sıra briket ile tekrar yükseltiyordu. Her asfaltlama sonrası bizim duvara bir iki sıra briket ekleniyordu. Böylece bahçe duvarı dışarıdan kısa gözükürken, iç tarafından kale duvarı gibi oluyordu. Yaklaşık iki insan boyu olan duvara tırmanıp dışarı çıkabilmek mümkün değil.
***
Sonra mesele anlaşılıyor. Babamın kaygıları yersiz değilmiş. Evin duvarları kale gibi olsa da, kale gibi duvarlar Sultuş-Hüseyin aşkına engel olamamış. Babam, Hüseyin eniştemin bizim evi radar gibi gözetlemesini görmüş ve sürekli evin duvarlarını yükseltmişti.
Bir akşam Azmi ağa, Güleser yenge, eniştemin dedesi Hüseyin Ağa ve ebesi kalabalık bir şekilde, hayırlı bir iş için bize geldiler. Biz çocuğuz ve hayırlı iş nedir bilmiyoruz. 
Ama Sultuş'un heyacanı ve sevinci gözlerinden okunuyor. Bize, "yaramazlık yapmayın sonra beni
Hüseyin'e vermezler" diyor. Kahveler içiliyor, Allah'ın emri peygamber kavliyle Sultuş Hüseyin'e veriliyor. Herkes kalkıp birbirini kutluyor. Sultuş çok sevinçli. Artık karşıdan karşıya bakışmak yerine, Hüseyin eniştem akşam yemeklerini bizde yiyor. Sultuş'un yazısı çok güzel, inci gibi döktürüyor. Kendisi okumuyor ama eniştem Sanat Okulu son sınıf öğrencisi, eniştemin yazı ödevlerini ve defterini Sultuş özene bezene yazıyor.
***
Sultuş ile Hüseyin'in birlikte tek başlarına çarşıya çıkmalarına babam izin vermiyor. Babam ya Nebo'yu yanlarında gönderiyor ya da bizi. Eniştem bazen bizi sinemaya götürüyor. Özellikle Yılmaz Güney'in filmlerini hiç kaçırmıyor. Film aralarında simit gazoz alıyor. Bize harçlık da veren eniştemi çok seviyoruz.
Yazın Sultuş'un düğünü var. Azmi ağa zengin, Seyfe köyünün muhtarı. Birçok hediye ve yiyecekler getiriyor. Evlerimiz karşı karşıya. Fakat Sultuş, Seyfe köyüne gelin götürülecek. Bizim evde hüzün ve sevinç iç içe. Hüzün var çünkü; ilk kez aileden biri gidiyor. Sevinç var, çünkü; Sultuş sevdiği adamla evleniyor. Onun sevincine ortak oluyoruz.
***
Mahallenin üst caddesinde bir düğün daha var. Bizim evin karşısında davul-zurna çalıyor, eniştemin arkadaşları oynuyor ve halay çekiyor. Fazla kalabalık yok. Azmi ağa, siyaseten prestijli adam. Köy muhtarı ve CHP içinde lafı, sözü dinlenen bir kişi. Gidip belediyenin bando takımını getiriyor. Gelin arabasına Sultuş binerken, bando takımı kıpkırmızı göz alıcı, resmi elbiseleri ile başlıyor ekip olarak şarkılar çalmaya. Bir anda bizim evin önü kalabalıkla doluyor. Üst taraftaki düğün yeri boşalıyor, insanlar bando takımını görmek için bizim eve doğru koşarak geliyor. Harika bir görüntü. Azmi ağa yapıyor yapacağını. Bando takımı Sultuş gelin arabasına doğru ağlayarak, yaşlı gözlerle ilerlerken, ezgili, acıklı bir şarkı döktürüyor. Annem ağlamaya başlayınca, Sultuş daha fazla ağlamaya başlıyor. Biz de başlıyoruz ağlamaya. Ailecek ağlıyoruz. Gelin arabasına biniliyor tam hareket edeceği sırada, bekçi İsmail amcanın oğlu Necdet heybetli cüssesi ile gelin arabasının önüne geriliyor. Adet olduğu üzere harçlık istiyor ve alıyor. Yol açılıyor ve konvoy eşliğinde gelin arabası gözden kayboluyor. Beş on dakika içinde bizim evin önü boşalıyor. Eve ağır bir hüzün çöküyor. Annem ağlamaya devam ediyor. Sultan ablamın evden götürdüğü boşluk bir türlü dolmuyor. Çok özlüyoruz. (Devam Edecek)