Dostoyevski, şüphesiz bütün herkesin adını duyduğu ve eserlerini okuduğu bir yazardır. Onda, diğer hiçbir yazarda ya da sanat adamında görmediğim bazı nitelikleri gördüğüm zaman, onunla ilgili bir yazı yazmam gerektiğini düşündüm. Bize oldukça edebi ve bir o kadar da güzel romanlar bırakmasının yanı sıra, onu bir yazardan öte yapan belli başlı özellikler vardı. Yazıma geçmeden hemen önce şuna değinmemde yarar var ki Dostoyevski aslında hiçte özenilecek bir insan değildi. Evet; sürekli kumar oynayan, hırsızlık yapan, sevmediği insanlara övgülerle dolu mektuplar yazıp onlardan borç para isteyen, Rus ırkının üstün ırk olduğunu savunan, hatta İsa'nın da Rus olduğuna inanan birisiydi. Ancak böyle bir kişi olmasına rağmen büyük bir yazardı, hatta belki de böyle bir adam olduğu için büyük bir yazardı. Çünkü yaşarken, bir insanın sadece iyi ya da sadece kötü olamayacağını fark etmişti. Örneğin en çok bilinen kitabı "Suç ve Ceza"nın ana karakteri Raskolnikov bir katil olmasına rağmen en çok sevilen roman karakterlerindendi. Bunun nedeniyse Dostoyevski karakterleri, yargılamaya değil anlamaya yönelik karakterlerdir. Bütün karakterlerinde; eylem ve sorgu, sevgi ve öfke iç içe geçmiştir.
Kimi eleştirmenlere göre Dostoyevski, bir polisiye roman yazarıydı. Çünkü Dostoyevski, çoğu kitabında bir suç ve suçlu hikâyesini kaleme almıştı. Lakin onu polisiye yazarlarından ayıran önemli bir nokta vardı. Dostoyevski okurken, katilin kim olduğunu merak etmezdik mesela; daha çok, katilin nasıl hissettiğini ve ne yaptığını merak ederdik. Yani Raskolnikov'un balta ile tefeci bir kadını öldürmesi, bizim için büyük bir gizem değil. Bizim için asıl gizem, onun suç ve vicdanıyla ne yapacağı oluyordu. Bunun üzerine çok düşündüm. Kitaplarda majör bir olaya gerek var mıydı gerçekten, yoksa basit ve sonu belli bir cinayet romanı da güzel işlendiğinde o zevki verir miydi?
Peki, Dostoyevski neden yazarlığı tercih etmişti? Tamam, şu an bayıla bayıla okuduğumuz neredeyse tüm kitaplarını kumar borcunu kapatmak için yazmıştı ama neden başka bir iş yapabilecekken yazarlığı seçmişti? Epey düşündüm ve Aristoteles'in bulduğu "Katharsis" terimiyle karşılaştım. Katharsis; insanın üzüntü ya da sinir duyduğundan dolayı içine attığı duygularını, belli bir aracıyla dışarı vurmasıydı. Kimi insan bunu yazarak yapardı kimiyse besteleyerek. Sonuç olarak Dostoyevski bir yazar olmasaydı belki de bir katil olacaktı.
Bu yazıyı asıl yazma nedenimse şuydu: Bu hayatta herkes birisini suçluyordu. Karl Marx, zenginleri suçluyordu; Rent ise fakirleri. Montaigne, kadınları suçlardı; Simone ise erkekleri. Freud'a göre, her şeyin sorumlusu annesiydi; Beauvoir'a göre babası. Nietzsche, İsa'ya atıyordu bütün suçu; Dante ise doğaya. Nitekim herkes birbirini suçluyor ama kendindeki kusuru görmüyordu. Dostoyevski ise tüm bunların aksine, kendini suçluyordu. Dostoyevski'yi sırf bu nedenden çok severim. Çünkü o; eylemlerinin neticesinde herhangi birini değil, kendini suçluyordu. Yazdıklarında suçlu psikolojisini konu alan bir yazarı, psikolojik açıdan inceleyelim bir de. Psikoanaliz'in öncüsü Freud, "Gittiğim her yerde, benden önce oraya gitmiş bir şairi buldum," demişti. Dolayısıyla yazarlar bilinçdışının yeraltı dünyasına; doktorlardan, avukatlardan ya da psikopatlardan daha derin bir şekilde sokulmuştu. Ve Stefan Zweig, Dostoyevski için, "Psikologların psikoloğu" tanımını yapmıştı. Buna bir örnek vermem icap ederse 1959'da yapılan bir araştırmada, insanların en çok kendilerine yalan söylediği ortaya çıkmış. Evet; arkadaşına, ailesine, annesine ya da bir başkasına değil, kendisine! İnsanların sürekli kendilerini manipüle ettiği, apaçık bir gerçeği bile kendi çıkarlarınca yorumladıkları ortaya çıkmıştı bu deneyde. Lakin bu deneyden 79 sene önce, Dostoyevski bunu kitaplarında açıkça dile getirmişti. 
Freud'a göre Dostoyevski, kumar oynayarak aslında kendisini cezalandırıyor ve bundan tabii bir zevk alıyordu. Bense üzerinde düşündüm ve Dostoyevski'nin bu kumar bağımlılığını, "Sözleriyle ifade edemediği bir şeyi sembolik olarak göstermesi," olarak yorumladım. "Sözleriyle ifade edemediği," diyorum çünkü çevresindeki insanlara değil kendisine kanıtlamak istiyordu. Kumarda sürekli para kaybediyor- bilhassa parayla dalga geçiyor-ve kendisine, paranın aslında değersiz bir şey olduğunu kanıtlamak istiyordu. Çünkü burjuvanın hâkim olduğu dönemin Çarlık Rusya'sında fakir olmak güçsüzlük olarak nitelendiriyordu ve Dostoyevski, güçsüz sayılmaktan nefret ediyordu. Freud'un yanındaki görüşüm ne denli umursanır bilemem ancak olaya bakış açım bu şekilde. Elimden geldiğince Dostoyevski'yi anlattığım bu yazımı, hazır konu da paraya gelmişken, onun şu sözleriyle bitirmek istiyorum: Şeytan uyuyakaldı bir gün, rüzgar sert esti ve üç tüy düştü şeytandan. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.