Saat tam 15:30. Güneş kadının tenini ısıtırken o da bir o kadar halinden memnun bir halde gözlerini kısarak güneşe döndü yüzünü. O esnada kapı çaldı. Yerinden kalkmak istemez bir halde duvardaki saate yeniden baktı. Bu saatte kim neden gelirdi ki? Belki bir komşu, belki kapıcı ve belki de ev binanın girişinde olmasından istifade eden çocuklar. Dışarıdaki çocuk seslerine bakacak olursak daha yeni dışarı çıkmışlar ve annelerine seslendiklerinde "çabuk eve gel, bu saat de dışarıda ne işin var halen senin." deme olasılıkları yoktu. Yorgun bir halde yerinden doğrulup kapıya doğru yürüdü ve kapıyı açtı. Takım elbiseli bir adamla karşılaştı. Beyaz teninin aksine simsiyah saçları bir yel misali geriye uzanıyordu. Keskin gözleri ela renkteydi. Bir toprak kokusu sardı binayı. İçinde filizlenecek bir baharın habercisiydi. Gözleri gözlerine takılmış olacak ki birkaç dakika cevap verememiş kalakalıp "Buyurun" diyebilmişti. Adam güleç suratıyla yüzüne tebessüm yerleştirerek "Merhaba, ben Ömür Veri Bankası’ndan geliyorum." dedi. Ömür Veri Bankası mı? O ne olmalıydı ki. Daha önemlisi neden? Kadının boş bakışlarından konuyu anlamadığını anlamış olacak ki uzun bir bakıştıktan sonra "içeri girip anlatabilir miyim? Tabi müsaitseniz?" dedi. 
"Ha, tabi tabi. Buyrun."
Adamı içeri buyur ettikten sonra kadın kapıyı kapatıp oturma odasına adamdan önce girip yerlere ve koltuklara saçılmış eşyalarını toplamaya başladı. " kusura bakmayın lütfen. Yani bugün pek ilgilenemedim evle. Malum iş, güç. Bugün de izinliydim şansınıza. Yoksa evde de bulamazdınız beni." dedi. Sanki özenle bugünü seçmiş gelmiş olması büyük bir şansmış gibi. Halbuki sıradan bir insan sıradan bir sebeple kapısını çalmıştı. Çoğu sıradanların büyük bir tesadüf olmasını o kadar çok isterdi ki hayatında. Adam, kadının söylediği sözler karşısında gülümseyip "Estağfurullah" dedi. "Buyurun lütfen." diyerek kadın boş koltuğu gösterdi. Adam mavi koltuğa oturup elindeki çantayı masaya bıraktı. "Önce kendimi tanıtayım. Ben Sadi." Bakışlarında bir farklılık vardı. Elleri titriyor gibiydi. Birkaç kez ellerini ovuşturduktan sonra bakışlarını kaçırmamaya çalışarak kadının karşısında biraz daha yaklaşıp "İsminiz neydi? Sormadım henüz ama. Bu işte yeniyim ilk size geldim. Heyecanımı mazur görün." dedi. 
"Ben, Eylül."  
"Eylül Hanım, biz Ömür Veri Bankasıyız. Pek duyulmuş bir iş değil biliyoruz. Bu yaptığımız iş biz insanlar için çok büyük bir adım ama devletimiz için çok fazla şey yani nasıl desem. Çok yasa dışı bir iş." Biraz daha yaklaşıp sesini kısarak "Bizler insan ömrünü hesap edebiliyoruz." dedi. Kadın duydukları karşısında aniden bir kahkaha attı. "Efendim, anlamadım. Pardon ne?" 
"Yani eğer isterseniz hemen açıklayım" diyerek elindeki çantadan tabletini çıkartıp masaya koydu. Kadının birkaç küçük kişisel bilgilerini öğrendi. Ardından kadının parmağına batırdığı iğneyi çantasından çıkardığı alete iğnedeki kanı damlattı. Çıkan sonuçlara uzun uzun bakıp "Mesela desem ki anneniz 40 yaşında babanız da siz daha çocukken öldü desem." dedi. 
"İyi de bunlar bilinen gerçekler. Bunun için ufak bir araştırma bile yeterli." Adamın sözleri kadına saçma gelmeye başlamış ve kendini tehlike de hissetmeye başlamıştı. Bu adam delirmiş olmalıydı. Birinci katta olan evinin hemen camına doğru ilerledi. Her an çığlık atabilme ihtimaline karşın sokağa açılan camını açıp. "Hava fazlasıyla sıcak da ev hava alsın dedim." dedi. Adam, kadının sözlerini duymamış gibi anlatmaya devam ediyordu. 
"Evet bilinen bir gerçek. Peki, ölmeden bunları gelip söyleyen biri olsaydı ne yapardınız?"
Tam bu esnada dışarıda camımın önünde duran simit arabası nedeni bilinmeyen bir sebepten dolayı yokuştan aşağı kaçmaya başladı ve yokuşun aşağısında bulunan kahvehanenin camına çarptı. Simit arabasının çarptığı kahvehane camı kırılırken. Simitler yere saçılmıştı. İçerideki mafya tarzı adam dışarı çıkıp bağırmaya başladı. "ulan naptın lan sen. Ha, ne yaptın? Bu hal ne lan?" adamın bağırtısına simitçi bağırarak "kes çeneyi be. Görmüyor musun benim simitlerim ne hale geldi." dedi. 
"Başlatma simitlerine. Bu camın hesabını ver bana."
"Ben mi yaptım kardeşim. Görmedin mi yerinde duruyordu."
Sesler dışarıda gittikçe artarken Eylül karşısındaki adamın söylediği sözleri anlamaya çalışıyordu. Adam kendisini daha iyi anlatabilmek için "Evet Eylül Hanım. Bunları biliyor olsaydınız ne olurdu. Düşünsenize?" dedi.
"Ne yapılabilirdi ki?" 
"Her şey!"
"Mesela ne yapılabilirdi ki?"
Bu konuşmalar olurken dışarıda bağrışlar çoğalmış ve iki adam da birbirine girmişti. Esnafların ayırma çabaları hiçbir şekilde sonuç vermiyordu. 
"Mesela desem ki, ömrünüzün en boş hissettiğiniz yıllarını dondurarak en çok istediğiniz dönemlerde kullanabilirsiniz. Ya da istemediğiniz hayatınızı sevdiğiniz insanlara bağışlayabilirsiniz. Mesela benim 15 senem kalmıştı annem bana 5 senesini bağışladı. İnanmazsınız çoğu çaresi bulunamayan hastalıktaki insanlara bile ömür bağışlayabilirsiniz."
"Peki ya acı çekiyorlarsa. Buna bir çareniz var mı?"
"O zaman kendi hayatlarını başkalarına bağışlarlar." Kurduğu her kelimede büyük bir heyecan hisseder gibiydi adam. "İşte 20 yaşında kardeşiniz ve tam 50 yıllık daha ömrü var. İşte 30 yaşındaki ablanız 35 senesi kalmış. İşte Halanız…" dedikten sonra bir süre duraklayıp yutkundu. "bugün ölmüş.." dedi. Duydukları karşısında kadın büyük bir kahkaha atıp koluna yapıştı. "yeter bu kadar eğlendiğiniz. Sizin biran önce akıl hastanesine yatmanız lazım. Anca paklarlar sizi orda." dedi. Tam adamı çekiştirirken telefonu çaldı. Masada duran telefonuna uzandı. Bilmediği bir numaraydı. Adamın kolunu bırakıp biraz şaşkın biraz merakla telefonu açtı. "Alo?" dedi. Telefonda sesini tam olarak bilmediği kişi halasının ölüm haberini vermişti. Doğruluğu hakkında emin olamadığı haber karşısında afallamıştı. Yaşlılığından dolayı tek yaşayıp telefon kullanmayan halasına ulaşmasının tek yolu ailesini aramaktı. Bu haberin gerçek olup olmadığını öğrenmek için hemen ablasını aradı. Evinde çocuklarıyla ilgilenen ablası telefonu duymamıştı. Ardından abisini arayan kadın abisine de ulaşamamıştı. Bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen kadın düşündü bir ömür ne kadar ederdi ki? Bunun bir maddiyatı ne kadar tutardı. Kim kime bir saniyesini verirdi bir dakika bile önemliyken. Adam gözlerime bakarak haklıyım der gibi başını salladı. 
Dışarıda bomboş sokakta simitçi aynı sesiyle devam ediyordu bağırmaya. 
Kadın ise içeride adama bir adım yaklaşıp "Söyle, benim ne kadar ömrüm kaldı?" dedi. Adam kadına yaklaşıp elindeki parmak izlerini tek tek elindeki tablete okuttu. Bilgilerini girip biraz baktıktan sonra gözlerini gözlerime sabitledi. Dışarıda ise kahvehanedeki adam dükkanına koşmuş tam sakinlik oldu sanılırken dışarıya fırlamasıyla simitçiye koşması bir olmuştu ve ona kimse yetişememişti. 
İçeride ise kadına bakan adam geriye bir adım attı. "Bir dakika!" dedi. Kahvehane sahibinin silahıyla kadının evinin önünde simitçiye açtığı ateşler kadının yardım çığlığı için açtığı camından içeri girmişti. Boynundan vurulan kadın bir anda yere düştü. Yerdeki beyaz halıyı kırmızı bir göl kaplamıştı sanki. Dışarıda oluşan savaş meydanından dolayı kimse kadının içeride vurulduğunu fark edememişti. Kadının telefonu çalmaya başladı arayan abisiydi. Ama artık çok geçti. Ayağa kalkıp dışarı koştu adam. Kapının önünde bekleyen siyah araca bindiğinde orta boylarda sarışın bir kadın bekliyordu adamı. "işi hallettin mi?" dedi. Adam yarı tedirgin bir halde "evet, bir an ailesine ulaşacak sandım ama kimse açmadı telefonu." dedi. Kadına ömür vadiyle gelen adam kadının hayatını çalmıştı. Bu olanların hızına kendisi de yetişememiş emir kulu bir halde "bunu nasıl yaptınız? Bu kadar detaylı olayı nasıl gerçekleştirdiniz?" dedi. Kadın sigarasını yakmış dışarıyı izliyordu. "biz sadece simit arabasının tekerindeki taşı çektik." dedi gülerek. "kadının kaç yıllık ömrü varmış?" diye sordu. Adam "Daha 38 yılı varmış efendim." Adam biraz duraklayıp merakını dile getirdi. "Peki herkes yaşamak istiyor. Elimizdeki ömrü uzatamaz mıyız? İlla birisinin bu hayattan bıkmasını mı bekleyeceğiz. Ya da bir kurban mı seçeceğiz." dedi. Kadın bu konuşma karşısında gülümseyip.
"Ve işte böyle insanlar hayattaki her şeyin kaderden geldiğine inanırlar. Halbuki biraz akıl, biraz dikkat ve biraz da inanç olsa bilirdi ki bu dünya üzerinde her şey hem kader hem de kaderin tecelli ettiği sensindir." dedi.